27 Aralık 2011 Salı

HAYAT İŞTE

Uzun yıllar önce ayrılmıştı kadın ve adamın yolu. Kağıt üzerinde devam eden evlilikleri kadın için sadece taşıdığı soyaddan ibaretti. Sadece onun için değil , bin bir zorlukla büyüttüğü hatta uğurlarına evini, geçimini sağladığı bahçelerini ve yakınlarını bırakıp bir başlarına darmaduman olmasınlar diye peşlerine düşüp Türkiye' nin diğer ucu İstanbul' a geldiği evlatları içinde durum böyleydi. Babaları olmamıştı hiç. Her birinin doğumunun ardından evden gitmiş kafasına estiği bir anda geri dönmüş , en küçük kızın doğumundan sonraysa bir daha dönmemek üzere gitmişti. En acısı giderken hiç bir geçerli sebep göstermemişti. Gidiyorum bile dememişti....

Beşinci aynı zamanda en küçük çocuğu olanı ikibuçuk yaşındaydı babasını en son gördüğünde. Hayal, meyal hatırladığı yüzünü kuzenlerinin sık sık anlattığı güncel anılar tazeliyordu. Yüzü hafızasında belirdikçe öfkesi daha büyüyordu. İki ev ötelerinde oturan kuzenlerinin üzerilerine giydikleri yeni giysilerle ona nispet yapışları kırklı yaşlarını yaşadığı bu günlerde bile ara ara hafızasında canlanan en kötü hatırası olarak kaldı hep.


" Bakkkk amcam bize İstanbul ' dan neler getirdi. O bizi çok seviyor . "


O an üzerilerindekileri, ona nispet yaparak gösterdikleri o eşyaları paramparça etmek gelirdi içinden. Ama yapmazdı. Şimdiki zamanda da sürdürdüğü o mağrur hali galiba o yaşlardan yadigar.


Adam giderken sadece eşini ve çocuklarını terk etmemişti. Onlarla birlikte yaşayan annesi ve aklı kimine göre fazla, kimine göre de az kabul edilen erkek kardeşini de terk etmişti. Sözüm ona birbirlerine sahip çıkacaklarını, koruyup kollayacaklarını düşünmüştü. En azından yıllar sonra ortaya çıktığında yaptığı açıklama buydu. Tabii o da haklı ... Onca insanın gözünün içine baka baka nasıl :
" Ben bu kadar kişinin sorumluluğunu taşıyabilecek kadar güçlü ve yürekli bir erkek değilim. Benim gücüm belimde " diyebilirdi. Tuhaf yanı evinden ayrıldıktan sonraki yıllarda adamın uzun süreli bir ilişkisi olmamıştı. Tuhaf diyorum çünkü bu denli özgürlüğüne düşkün, sorumluluğu kaldıramayan birinin beş çocuk yapmış olması.
Bencillik...
Bilinçsizlik...


Öyle zorluklarla yetişti ki o evlatların her biri. Babalarından tek lokma geçmedi boğazlarından ama anneleri elinden geldiğince eksikli bırakmadı onları. Her biri şimdi iyi bir hayat yaşıyor ama bir yanları hep yaralı.


Gelelim bugüne. Şimdilerde her şey bahsi geçen çocuklar için bir hikaye, öykü gibi. Okurken sizin içinde öyle olsun istedim. Ben bu satırları yazdığım şu dakikalarda bir hastanedeyim. Burada bulunma nedenim anneannemin başında refakatçi olarak kalan annemi dinlendirmek ve dolayısıyla da anneannemle vakit geçirmek, ona yardımcı olmak. Yazının başından beri bahsettiğim kadın anneanem dolayısıyla da adam dedem. Bahsini hep duyduğum ama yüzünü hiç görmediğim dedem. Bu satırları yazıyorum çünkü hayat bana bir kez daha "ey hayat senin işine akıl sır ermez" dedirtti. Anneannem aslında şu an hastanede yattığı  şehirde yaşamıyor. Anneme  ziyarete geldiği bir anda aniden fenalaşınca onu hastaneye kaldırdık ve yaklaşık on gündür burada. Bana yukarıda yazdığım hayatla ilgili cümleyi söyleten şey ise yüzünü bu gün ilk kez gördüğüm dedemin anneannemin karşısındaki odada yatıyor olması. Ömrün son demleri yaklaşınca en yumuşak huylu evladı olan annemden başlamak istemiş tabiri caizse günah çıkartmaya. Annemin hastanede anneannemin başında  olduğu o saatlerde  babam onu içeri buyur etmiş. Eski resimlerinden tanımış onu. Tabii gam yok, tasa yok adamın yaşı var ama yaşlanmamış haliyle. İki çift laf edemeden birden fenalaşmış. Meğer oda anneannem gibi koah rahatsızlığı olan biriymiş. Durum böyle olunca birde kader ağlarını örünce şu anda karşılıklı odalarda yatıyorlar.
Hiçbir çocuğu onu görmek, onunla yüzleşmek istemedi. Ben az önce anneannemden aldığım müsadeyele onun yanına gittim ve belki haddim olmayarak ona şunu sordum.


" Tamam anneannemle anlaşamamış olabilisin, mutsuzdun belki bunu anlarım ama neden çocuklarını bu kadar sahipsiz bıraktın. Neden onları hiç arayıp sormadın ? "
 " Ben onları uzaktan hep takip ettim" dedi. Bu cümleden sonra sorulacak her sorunun , kurulacak her cümlenin hiç bir anlamı olmadığını farkettim ve geçmiş olsun dede diyerek odadan çıkmak için kapıya yürümeye başladım. Arkamdan şunu dediğini duydum :


" Ah  zamanı bir  geri getirebilsem " ...