12 Aralık 2008 Cuma

ADANALI


Bu dizi başladığından beri izliyorum.Pek fazla takip ettiğim dizi yoktur ama Adanalı başladığı günden beri beni ekrana kilitledi.Oktay Kaynarca'nın başarılı oyunculuğu bir kez daha bu diziyle ortaya çıkmış.İzlerken yüzden gülücük eksik olmuyor.M.Akif Alakurt ve Selin Demiratar'da tartışmasız iyi oyuncular.
Dizinin her bölümü reyting sıralamalarında birinci sırada.Kullanılan şarkı seçimleride muhteşem.Hal böyle olunca bu dizi Ceza hayranı olan 10 yaşındaki oğlumunda ilgisini çekti.
Yalnız bir sorun var ki Maraz Ali'nin(M.Akif Alakurt)dolandırıcılık,kumarbazlık gibi yollarla para kazanarak zengin olanlardan organize bir hırsızlık şebekesi lideri olarak aldığı paraları fakirlere dağatmasını yani bir nevi modern Robin Hood olmasını oğluma açıklayamadım.
-Hırsızlık kötüyse maraz Ali iyi biri bunu neden yapıyor anne, hem o fakirlere dağattı paraları,bak anne şarkıdada söylüyor 'iyiyle kötü arasında bir fark var benimle kötü arasında koca bir fark var' diye Maraz Ali kötü değil iyi biri anne...
Ben oğlumun, bu soruların kafasında çağrışmasının ardından elimden geldiğince bu diziyi izlemesine engel oluyorum.
Ama severek izlediğim bu dizinin delikanlılık çağında olan bazı gençlerimizin Maraz Ali'ye özenmesi korkusundan da kendimi alıkoyamıyorum.
Genç,yakışıklı,güçlü,lider,masum ve duygusal bir yanı var,çok zeki,lüks arabalarla geziyor,gizemli bir hayatı var fakat bu imrenilecek karakter bir hırsız.Ama tüm bu olumlu yanlar maalesef ki bu kötü yönü örtmüş görünüyor ve karakter fazlasıyla özendirici bir hal almış.
Endişemin yerinde olduğunu eminim ki sizlerde takdir ediyorsunuzdur.Zira Çakır'ın ölüm sahnesinin ardından ona cenaze töreni düzenliyen izleyici kitlesine sahip bir toplumuz...

30 Kasım 2008 Pazar

UZUN ÇETREFİLLİ BİR YOLLADAYIM,YÜRÜMEKTEYİM GÜNDÜZ GECE

İşte yine o iğrenç durum.İçinde bulunduğum durumdaki ben beynimde canlandığında, tıpkı film sahnelerini andıran bir hal beliriyor.
Sağ ve solu kurak bir arsalarla dolu bir yol,esen rüzgar çalıları toparlayıp bir yumak halinde savuruyor etrafa.Bir çatal yol o yolun başında ne tarafa gideceğini şaşkın,kararsız ama bir okadar da sakin tavırlar eşliğinde düşünen biri.İşte ben.
O az önce yol kenarındaki uçsuz bucaksız arsalarda çalıları toparlıyarak bir yumak haline getiren rüzgar sırtamdan adeta gitmem gereken yola doğru şiddetle itmekte beni.
Orada durmuş uzun uzun bakıyorum.Seçilecek yol belli aslında.Nedenleri,niçinleri bir bir ortada.Çok uzun zamandır hazırlığı yapıldı bu kavuşmanın.
Bir kez daha öğretti hayat bana istenenin beklenmeyen zamanda geldiğini.Belkide yürekten isteyerek beklemekti işin sırrı.İstemenin ardından farkında olmadan dahi çabalamaktı o bekleyişinse açılımı.
Olması istenen ama beklenmedik hızla gelişen bir süpriz düşürdü beni bu yol ayırımına.
Hani son zamanlarda diyorum ya hep şaşırmayı unuttum.Yine bir öğreniş bu benim için ,yine şaşkın değilim şaşıramadım.Ama çok hazırlıksız yakalandım yine diğer bir çok zaman ki gibi.
Orda ,yol ayrımında durup düşünmek çok anlamsız.Kafayı boşa yormaktan başka bir işe yaramayacak.Üstelikte diğer yol sadece akıl karıştırmak için düştü hatırına.Yolun belli NİL yolun belli....


Her zamankinden fazla cesaret,
Her zamankinden fazla zeka,
Her zamankinden fazla sabır ve bunları her zamankinden fazla kullanabilecek GÜÇ....

25 Kasım 2008 Salı

ACTİFRY

İşte mutfaklarımızda devrim yaratan ürün.Hemen yan tarafında gördüğünüz yeşil kaşıkla bir ölçü koyacağınız yağla 1 kilogram patates kızartmasını kızartabiliyorsunuz. Beni tanıyanlar iyi bilirler ki yıllardır kızartmadan uzak duramaya çalışan ama yeme özlemiyle de yanıp tutuşan biriyim.Actifry sayesinde artık doya doya ve tereddütsüz kızartma yiyebiliyorum.Koymuş olduğum az miktarda ki yağla sadece kızartıcağım gıdanın dış yüzeyinin kızarmasını sağlıyor,gıdanın içine hiç bir şekilde yağ nüfus etmiyor dolayısıyla hem damak tadımdan taviz vermemiş,hem de sağlık beslenmiş oluyorum ve uzak durduğum yağ asitlerinden de faydalanıyorum.Fark ettim ki daha önce yediğim kızartmalarda yağın yoğunluğundan gıdanın kendi öz tadını alamıyormuşum.Actifry de yapıtığım kızartmalarda ise yağ sadece bir lezzetlendirici unsur oldu.Zararlı değil yaralı hale geldi. Actifry ı ilk duyduğumda yıllardır mutfakla iç içe olan bir bayan olarak dağılmadan kızarmasını açıkçası çok fazla inandırıcı bulmamıştım.Tanıtımlarında gözlemledikten sonra üflediği sıcak havanın dış yüzeyini kuruttuğunu ve dolayısıyla dağılmadığını gözlemledim.İçindeki yavaş dönen pervanesi ve üflediği sıcak hava sayesinde koyduğunuz o az miktarda yağın kızartma yaptığımız her bir ürüne eşit miktarda dağıldığını dolayısıyla hepsinin eşit mikktarda kızardığını gördüm.Beni ilk başta biraz pişirme süresindeki uzunluk düşündürdü.Ama sonrasında ne şekilde yaparsam yapayım 1 kilogram patatesi 35 dk önce zaten hazırlayamayacağımı düşündüm.Kızartacağım ürünün miktarı azaldıkça zaten süreside kısalıyor.Üstelik elektrik sarfiyatıda çok yüsek değil.O çalışırken ben mutfaktaki başka işlerimi hallediyorum,bittiğinde bana sinyal veriyor.En çok hoşuma giden yanıda kızartma kokusunun evi sarmaması,üstelik fritözdeki o yoğun buhar çıkışı gibi bir buharıda yok.Sadece bazı gıdalarda hafif koku oluyor ,o da gıdanın kendi kokusu,asla yağ kokusu değil. Bu ürün sadece bir fritöz değil.bu üründe farklı alternatifte sağlıklı ve hızlı başka bir çok şeyide pişirebiliyorum.Örneğin tas kebabı,tavuk sote hatta kabak tatlısı,kavrulmuş kestane.Tabi bunlar artı yönleri ama benim için en önemli yanı bu ürünün beni kızartmaya yeniden kavuşturması. Actifry sağlıklı pişirmeler ve bazı gıdalarda hızlı pişirme yapabilen bir ürün.Çalıştığım ve sağlıklı beslenmeyi istediğim için tercih sebebim oldu.Parçalarının kolayca ayrılabilmesi ve bulaşık makinasına atılabilmesi ise bu ürünün her gün elimin altında olmasının ve mutfağımda baş rol oynamasının en büyük sebebi. Kullanıcı gözüyle şiddetle tavsiye ediyorum.

11 Kasım 2008 Salı

İLAHİ TEYZE SEN ÇOK YAŞA EMİ!

Merhaba canım bloğum.Uzun bir aradan sonra çok ihmal ettiğim sana ve takipçilerime çok şükür ki kavuştum.Bu kavuşma ne kadar sürer bilmiyorum ya neyse.Artık mazur görün bu hali.Eskisine göre daha az vakit ayırabilmemin nedeni yoğunluğum.
Neyse gelelim sadede.Saded(ya ben bu kelimeyi çok kullanıyorum ama ilk kez yazdığımı farkettim).Şimdi sevgili okur beni tanıyanlarınızın malumu üzere(tanımıyanlarda bu yazı sayesinde bilgi edinmiş olsun),memlekette ne kadar ilginç yurdum insanı,olay v.s varsa beni bulur.Yada çok gözlemci ve taklitçi biri olduğum için hadislere farklı açıdan bakıyorda olabilirim.Sonuç olarak içinde buluyorum kendimi.
Bu sabah büyük oğlumun göz kontrolünü yaptırmak için oğlumla birlikte göz doktoruna gittik.Oturmuş çağrılmayı beklerken yanıma yaşlı bir teyze oturdu.Bir müddet oturduktan sonra bana doğru eğilerek kulağıma doğru kim için geldiniz kızım diye sordu.Bende oğlum için teyzecim dedim ama cevap verirken çok da ilgilenir görünmek istemedim aksi halde başıma geleceği biliyorum teyzem sıra beklemenin sıkıntısıyla bana sarıcak.(He sarsın,normal şartlarda bıkmadan uzun uzun sohbet ederim ama işin ucunda oğlum ve onu üzen bir durum var çok ayrıntıya girmek istemedim).
Benim cevabımın ardından teyzem tekrar ellerini göğsünde kavuşturdu şişkin şişkin oturmaya başladı.Beş dakika geçti geçmedi sanki bişey onu dürttü yine bana doğru eğildi,gözüyle sende eğil bişey diyeceğim dercesine işaret etti.
-'Nesi var bu çocuğun peki' dedi.
Bende:
- 'Miyop teyze 'dedim.
-'O ne oliyki yavrım 'dedi.
Bende:
-Uzağı göremiyor teyzecim dedim ve kafamı çevirdim .Hani bakmayayımda bir an önce sohbet kesilsin diye.
Canım teyzem yine ellerini kavuşturdu göğsünün üzerinde Alllah Lailahe İllallah diye deriiiinn bir nefes aldı.
Üç dört dakika geçti geçmedi,sanki mübarek kadını bir şey dürtüyor.
Kızım dedi:
- 'Bana sen bak hele, az bana eğil bak ne diyeceğim kulağına 'dedi.
Eğildim bende çaresiz.
-'Hiç bozuk gibi durmuyor bu çocuğun gözleri bak ben sana diyiveriyim 'dedi.
Gülsem mi gülmesem mi bilemediğim bir hal içinde:
-Teyzem öyle ordan bakınca anlaşılıyormu göz bozukluğu,dediğimi hatırlıyorum.
Ardından teyzem bombayı patlattı.
-Bak bide gözlük takmışınız garibime.Bak diyi vereyim sana o çocuk o gözlüğü taka taka kör olur.
-Ya teyze ne diyorsun sen mecbur takıyor o gözlüğü başka türlü okulda tahtayı falan göremiyor ,dedim.
Yine bana doğru eğildi bak sen beni dinle şimdi burda hiçççç boş yere bekleme.Bu çocuk arada sırada karnım ağrıyor der mi?
-Evet teyze der.
-Heh işte tam tahmin ettiğim gibi,bu çocukta kurt var.Sen boş yire burda heeç bekleme kızım git hemen bir normal dohtura buna kurt ilaciii yazdır.
Tam o sırada allahtan oğlumun muayene sırası geldi de gülmeden teyzenin yanından kalktım,yoksa söylediklerini ciddiye almadım diye beni azarlamaya hazırlanıyordu.
İşte böyle canım müdavimlerim ve sevgili bloğum.Son bir aydan elimde bol bol malzeme var aklıma geldikçe güldüğüm o anları sizlerlede paylaşıcağım.Sizleride gülümseticeğine inanıyorum.Kalın sağlıcakla....

2 Kasım 2008 Pazar

ÖZLEDİM SENİ ESKİ ŞEHRİM

Sizce burası neresi?


Peki ya bu resim sizce nereye ait?



Sanki bu resimden sonra bu şehri bilenleriniz tanır gibi oldunuz ama uzun zamandır görmediyseniz yukarıda ki resimlerle ne alaka diye düşündünüz değil mi?

O zaman kuşbakışı bir görüntüyle biraz daha ipucuna ne dersiniz?


Peki bulamayanları daha fazla zorlamayacağım.Burası Eskişehir.Adı eski kendi yepyeni olan Yılmaz Büyükerşan 'ın yeniden yarattığı Eskişehir.



İyi bir rektör,iyi bir sanatçı,saygıdeğer bir kişilik olan Y.Büyükerşan'ın Belediye Başkanlığı'nada diyecek söz yok!!!Zaten herşey ortada.

12 Ekim 2008 Pazar

İYİKİ DOĞDUM



Küçük kuyruklu kardeşlerle verilen yarış sonunda kazandığım bu hayata başlama serüveni hepinizin bildiği üzere anne karnından doktor amcanın ve ebe teyzenin yardımlarıyla çıkmamın akabinde vuku buldu.O zamandan bu zamana tam otuz yıl geçti.Otuz koca yıl.Bazen çok sıradan, bazen çok sıra dışı, bazen öfkeli, bazen sakin, bazen hüzünlü, bazen mutlu, dolu dolu yaşanmış otuz koca yıl.Belki nadirde olsa keşkeler barındırmış,özlemlerle bezenmiş sonrasında özlenenlere kavuşturmuş,yaşanmış acıları mutluluk ve huzurla silmiş muhteşem yıllar.Umut ediyorum ki bir otuz yıl daha bu dünyada sağlıklı ve sıhhatli olarak yaşayabilirim ve o ömre yapmak,yaşamak,öğrenmek istediklerimi sığdırabilirim.Hala öğrenecek o kadar çok şey var ki.....


Valla ukala deyin,kendini beğenmiş deyin, şımarık deyin hatta belki de başka şeyler ama ne olursa olsun İYİKİ DOĞMUŞUM demekten kendimi alıkoyamıyorum.Aksi halde sahip olduklarımın ve yaşadığım her anın (en acı yada en tatlı olsun asla ayırım yapmıyorum çünkü acı çekmeseydim asla bu kadar olgun ve güçlü olamaz,mutlu olmasam böyle şımaramazdım)bu güzel lezzetini nasıl yaşardım ki...

Oğullarımmmmmm.Sizi çok seviyorum iyiki ben doğmuşumda sizde doğmuşsunuz:)))

Doğum günümü unutmayıp kutlayan Ankara'dan Emine teyzem,İstanbul'dan Şaziye ve sevgi teyzem .Şaka şaka tabiî ki böyle bir şey yazmayacağım ama banal de olacak olsa bu sabah programlarından selam yollama olayını hala çok komik buluyor ve tie almadan duramıyorum.Ayrıca da bu gün benim doğum günüm istediğim kadar saçmalama hakkına sahibim:)))

Doğum günümü unutmayarak kutlayan herkese tek tek teşekkür ederim ,unutmamasını şaşırtıcı bulduklarıma iki kere teşekkür ederim ,unutanlar size sesleniyorum seneye atraksiyonlu bir doğum günü kutlaması bekliyorum bilesiniz...

10 Ekim 2008 Cuma

TÜRKİYENİN ETNİK YAPISI



Sizlere tanıtmak istediğim kitaptan önce yazarı ALİ TAYYAR ÖNDER'den bahsetmek isterim.Çıktığı TV programlarında soluksuz dinlediğim kişilerin en başında olan
Ali Tayyar Önder bir Bursalı. Ayrıca bir Bursa Erkek Liseli...
Lise son sınıfta okurken kazandığı bir burs ile birlikte iki arkadaş Amerika’ya gidiyorlar...
Ali Tayyar Önder ile birlikte Amerika’ya giden diğer arkadaşı ise hepimizin tanıdığı bir isim...
Prof.Dr. Haluk Şahin...
Ali Tayyar Önder Türkiye’ye döndükten sonra akademik yaşama giriyor...
Ortadoğu Teknik Üniversitesi eski Gaziantep Fen ve Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcılığı ve Lisan Bölümü Başkanlığı görevini yürütüyor.
İlk baskısı 1998 yılında yapılan kitabın tam 37 baskısı yapıldı...
Kitap bir araştırma ve inceleme ürünü olarak ortaya çıkmış...
“Türkiye’nin etnik yapısı. Halkımızın kökenleri ve gerçekler” konusu bu kitapta; “Etniklik, üst kimlik, etnik mozaik, çokkültürcülük, Anadolu ve Türklük, Kaşgarlı Mahmud, Ön Türkler, Aleviler, Türklük ve Kürtler, Kürtler, Zazalar, Araplar, Çerkesler, Lazlar, Gürcüler, Balkan Kökenliler, Nusayriler, Yeni Dünya düzeninin hedefi ve Türkiye” başlıkları altında incelenmiş...

Bu kitap Ali Tayyar Önder'i bir programda soluksuz izlememin hemen ardından edindiğim ve elimdem düşürmeden defalarca okuduğum 5 yıllık bir araştırmaya dayanan bir eser.
Özellikle bu dönemler herkesin okuması gereken bir kitap olarak görüyorum...

Kitabın 37. baskısının önsözünde şöyle diyor, yazar:
“Kitabımın ilk baskısının önsözünde (1998’te basılmıştı) yer alan görüşlerim bugün için de geçerlidir.
Ancak son yıllardaki etniklik tartışmalarının aldığı farklı mahiyet nedeniyle aşağıdaki hususları dile getirmeyi gerekli görüyorum.
Bugün açıkça görülmektedir ki, etniklik, sadece Türkiye’nin değil, dünya gündeminin de önemli konularından biri haline getirilmiştir. Öyle ki adeta bir merkezin talimatıyla, etniklik, aynı zamanlamayla uluslararası belgelerde, toplantılarda, AB raporlarında, Birleşmiş Milletler’in ilgili kuruluşlarının uluslararası sivil toplum örgütlerinin, vakıfların çalışmalarında müstakil bir başlık olarak yer almaktadır.
Uluslararası yazılı ve görsel medyada etniklik özel bir konu olarak işlenmektedir. TV’lerde toplumların bilinçaltına hitap eden incelikte yayınlarla etnik ayrımcılık konusunda insanları beyinleri şartlandırılmaktadır.
Etnik grupların yanı sıra dini gruplar da kolektif, kurumsal haklara sahip azınlıklar haline getirilmek istenmektedir.
Bütün bu belge, bildiri, rapor ve yayınlarda etniklik, etnik grupları daha bağımsız, daha özerk, bağımsız kılacak bir içerik ve tanımla empoze edilmekte, etnik dillerin, etnik kültürlerin geliştirilmesini temine yönelik haklar “ayrılıkçı” temelde genişletilmektedir.
Ulusal kimlik, resmi dil, kurucu unsur gibi ulus devletlerin varlıklarının güvencesi olan kavramlar tartışma konusu haline getirilmekte, etnik farklılıklar, çokkültürlülük gibi Batı’nın kendisi için sorun olarak gördüğü meseleler, üçüncü dünya ülkelerine bir “zenginlik” olarak empoze edilmektedir.”

SON SÖZ
Bana göre önsözdeki bu paragraflar işin temeli ve işin başlangıç noktasını oluşturuyor...
Bunları fark ettiğiniz zaman olup bitenleri değerlendirmeyi daha kolay yapıyorsunuz...
“Böl, parçala, yönet” sloganıyla yola çıkan emperyalist ülkelerin en çok kullandığı araçlar yukarıdaki önsözde sözü geçen araçlardır...
Televizyonda ve basılı medyada bu konuların tartışmalarını takip ederken, kullanılan terminolojinin altında ne olduğunun birçok kişi tarafından bilinmediğini görüyorsunuz...
Bu açından Ali Tayyar Önder bu konularla ilgili terminolojinin netleşmesi, olup bitenlerin bilimsel bir gözlükle değerlendirilmesi noktasında çok önemli bir yapıt olmakta...
Bendeniz okumanızı öneriyorum.

5 Ekim 2008 Pazar

NİTELİK Mİ NİCELİK Mİ ?



Hiç yaşadınız mı, kalabalığı son safhada bir cadde de sadece siz yürüyormuşcasına hissederek o caddeyi adımlamayı.Ben yaşadım.Hatta öylesine kapılmıştım ki bu anın büyüsüne kendime geldiğimde yürüdüğüm caddenin trafiğe kapalı olması nedeniyle Tanrı'ya teşekkür ettiğimi hatırlıyorum.
Yıllarca boş caddelerde bile kalabalıkmışcasına yürüdükten,aynı yerden ikinci kez geçtiğinde anlamsız bakışlara maruz kalıp nedeni sorgulanan bir çevrede yaşadıktan sonra yaşadığım bu an benim hayatımın zirvesiydi.Derin nefes alarak gökyüze baktığımı teşekkür eşliğinde aldığım derin nefese eşlik eden özgürlük hissiyle tüm organlarımı beslediğimi anımsıyorum.Çok kötü değildi belki yaşanan yer,yaşananlar ama beni köreltendi.Sokakta yürürken bile dört duvar arasındaymış hissini taşıyamaz olmuştum.Özlemiştim denizimin o pis kokusunu bile.Yüzemediğim hatta griliğinde kasvete boğulduğum o deniz şimdilerde bana en huzur veren şey.Hele gün batımına martıların çığlıkları eşlik ettiğinde inanın sanki büyük bir meditasyon yöntemi uygulamış gibi beynim sıfırlanmakta.
Daha çok kendimle başbaşayım şimdilerde.Ömrümün her döneminde süregelen yargılamalar,sorgulamalar yine herzamanki gibi olmazsa olmazlardan.Yine herzaman ki gibi en büyük hedefim BEN!!!
Her şey daha kolaylaştı şimdi.Kolaylaştıkça bir o kadarda ürkütüyor zoru başarmaya alışmış,imkansız denilen dağlara yanına hiç bir alet hırdavat almadan sadece tırnaklarıyla kazıyarak tırmanan, ellerinden süzülen kanın sıcaklığıyla acısı hafifleyen dur denilince duran ama içten içe dahada güçlenerek bir sonraki sefere daha hızlı koşan beni tüm bu olabilirlilikler.Ya huzurun,dinginliğin tadını bu derece almış hazzın doruğuna varmışken vazgeçersem mücadelecilikten...
Neden mi bu korku durduk yere?Kelimeler ifade etmekte çünkü artık hayatımı ve kelimeler ifade ederse artık hayatındaki herşeyi yaşanacak çokta fazla şey kalmamış demektir...

FOTO ÜSTADI:CEM DURAN

22 Eylül 2008 Pazartesi



Yıllar, çok uzun yıllar önce Nazım Hikmet'le tanışmama sebep olan tutkunu olduğum bu şiiri şizlerle paylaşmak istedim.

BENCE SEN DE SIMDI HERKES GIBISIN

Gözlerim gözünde aski seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence simdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçiyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktim da iste iyice
Anladim ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karisti simdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de simdi herkes gibisin

(1918) - Yaz - Kadiköy


Nazım Hikmet Ran

17 Eylül 2008 Çarşamba

ÇAMUR

Çamur, 1996 Haziran'ında Murat (vokal-bağlama) ve Çağatay (gitar) tarafından Sakarya'da kuruldu.1998 yılının yaz aylarında Çamur, İzmit ve çevresinde tanınan bir grup haline geldi.. 2000 yılında StüdyoEKOL'de gerçekleştirdikleri kayıt zamanın olumsuzlukları nedeni ile albüm niteliği kazanamadı. Ve bu süreç grup üzerinde olumsuz bir etki yarattığından Çamur uzun süre sessiz kaldı.2007'de albümleri çıktı ve son dönem çıkan gruplar arasında farklı bir soundla piyasada yerini aldı. İlk klipleri maddi yetersizlikten olsa gerek oldukça vasatdı. Dream TV'de Yuxexes'de yerden yere vurulan Çamur özenti ve sadece piyasa yapmaya çalışmakla suçlandı. Çamur çok yıllardan beri birarada olan ve inandığı müziği yapmaya çalışan bir grup. Albümü alıp dinlemenizi öneririm. oldukça başarılı ve güzel bir albüm. Farklı ve güzel derlemelerle dikkat çekiyor. Özellikle Ömür Kılaçaslan(Çağlama) ve Çağatay Kadı(Gitar) Çamur'a hayat veren isimler olarak görüyorum. Grup desteklenirse çok iyi yerlererde geleceğine inanıyorum hatta bizzat defalarca canlı performanslarını dinlediğim için inanmaktan öte iyi biliyorum...
SERGÜZEŞT
Bırak anlatayım sarhoşum öyle
Sarhoşu da geçtim ne olacak böyle
Hayatlar içinden hayat seçmişim
Hiç bi şey fark etmez kendimden geçmişim

Şair giden geminin ardından bakar ya
Bakar da kendini zora sokar ya
Bazen bir itin duası tutar ya
Çok uzaklarda o gemi batar ya

Ah beni unut bitir beni gidiyorum
Ya unuttum ya vazgeçtim bilmiyorum

Yarim ateş olmuş içinden geçmişim
Kim ektiyse ekmiş ama ben biçmişim
Hiç boşalmadıki bardak hep dolu
Her şeyin bi sonu yok başka yolu
ÇAMUR

11 Eylül 2008 Perşembe

ELVEDA


Neden içimde bir sancı var şimdi durduk yere bana acı çektiren? Nefes aldıkça kalbime saplanan bıçağın etkisinde kalmak için çok geç kalmadım mı ki?
Peki ya sorularım! Cevaplarını çok eski zamanlardan beri bildiğim sorularla yeniden sınav etmem kendimi neden durduk yere belirdi şimdi?
Bir an önce bitsin dediğim çocukluğum masal tadında, yaşananların ana teması eşliğinde hayatıma adeta bir nakış gibi inceden inceye işlenmişken ,izlerini taşıdığı gençliğimse bindiği yolcu gemisinin ilk kez denize inişinde kutlama amaçlı kırılan şampanya şişesinin eşliğinde bilinmez diyar yolculuğunda gözden kaybolmak üzere hızla ilerlemekte…
Hey dur!
Nereye gidiyorsun? Hem bu acelen niye? Sende saklı bana ait bu günüme dair bir anım var.
Üstelik daha basamak atlamama tamı tamına bir ay var.Efendim çocukluğun mu?Boş ver şu şımarık küçük kızı.Az mı şey yaşattı sana?Bulup da ne yapacaksın bunca yıl sonra?Yıllar sonra bu vicdan azabı niye?Diri diri gömdüğün yerde onu yeniden canlı bulabileceğini mi sanıyorsun?Değer mi bunca yolu onun için gitmeye ,onun için beni terk etmeye değer mi?
Biliyorum zorunluluk bu.Kimin gücü yetmiş ki zamanı durdurmaya yada geri almaya?Ama gitme onun peşinden sen, içimde yaşatırım seni gençliğim.Geçen her yılımın cesareti olursun bende.Varsın yüzleşme,varsın örttüğün toprağın altında can çekişini sürdürsün o şımarık çocukluğum.Ne de çabuk unuttun annenden uzak geçirmene sebep olduğu yıllarını.Az çaba sarf etmemiştin o zamanın açığını kapatmak için.Benim yaklaşan varlığım değimliydi sana güç verip seni cesaretlendiren.Sense şimdi beni terk edip ona gidiyorsu.Peki ozaman.
Elveda gençliğim sana da çocukluğum gibi ELVEDA.....
ELVEDAYLA SÜSLENMİŞ BİR YARININ DÜNÜNDEYİM
KİMBİLİR BELKİ DOĞMAMIŞ MELEKLER ROLÜNDEYİM
KEŞKELERLE DOLU SON BAHARIN DEMİNDEYİM
BİLİNMEZ YOLLARIN ÖZLEMİNDE TAM ÖNÜNDEYİM…

7 Eylül 2008 Pazar

İNSANİTY

Bir sinir harbinin içine düştüm.Daha öncede yaşatılmışlığı var bu anın.Anlayışsız bir zihniyetin anlayış bekler hali.Hayatımdan elediklerim arasına koymayı düşünüp fakat herseferinde samimiyetiyle büyülendiğim,ardından adeta gergeflerde gerilmiş hallere bürünmeme sebep olan kişiler.Dost,arkadaş yada adı her neyse...
Çok teşekür ederim.
Varlığınız ve yokluğunuz arasındaki fark çokta ayırt edilebilir değil.Hep böyle değildi tabii...
Farkındaysanız geçmiş zaman kullandım.Bundan sonrasını varın siz anlayın.
Yıllardır peşinde koştuğum,sayısını bile hatırlamadığım kişisel gelişim kitaplarında aradığım farkındalığı fark etmemin sebebi olanlar size minnet borçluyum.
Yazacak bir sürü şey var ama kahrolası öfke krizim geçti.Dedim ya herşeyin farkındayım ,bunu bile istediğim doğrultuda yaşar oldum.Öfkelenince güzel yazacağımı biliyordum,yaşadığım bir hadisenin üzerine hızla buraya yöneldim ve yazmaya başladım,ardından yazmaktan sıkıldığımı farkettim ve yazmayı bitirmek için öfkemi sonlardımdım.
Bumudur yani farkındayım işte herşeyin.Kendimle,bedenimle ilgili bir çok şey kontrolüm altında.E şimdide hayatımda hiç bir süprize yer kalmadı.Ne gerçekten şaşırır,gerçekten üzülür,nede gerçekten mutlu olur bir hal aldım.Beyin gücünü,farkındalığı keşfettim hatta bu konudaNirvana'ya ,Fenafillah'a ulaştım.Bumudur yani sonuç.
Yaptığınız gerçekten istediğiniz şeydir.Yapmıyorsanız aslında gerçekten istediğinizi yapıyorsunuz:yapmamayı!
Bende yapmayrum ha buraya imamluğ!!!!!!!

Zaten bu güzel başlayıp farklı yöne akan yazıda iğrenç oldu ama olsun yinede yayınlıyacağım bana ait benden olan herşeyin bence değeri çok büyük çünkü!!!!


5 Eylül 2008 Cuma

PİRAYE

Piraye, Canan Tanİstemeden girdiği Diş Hekimliğ Fakültesi çıkartıyor hayatının dönüm noktası olan erkeği karşısına kızıl saçlı Piraye'nin.İstemeden başaldığı bu fakülteden mezun olduktan sonra, sevmeden başlayacağı bu mesleği bile yapamayıp tutkuyla arıyacak bir hayat yaşayacağını nereden bilebilirdi ki?
Denemek istedi Piraye'de yaşayarak öğrenmek.Tıpkı benim gibi...
Doğduğu günden bu yana,yavaş yavaş,her seferinde küçük billur tanesi ekleyerek;emekle,sabırla oluşturulan,göz kamaştırıcı güzellikte bir köşk.Ve bunu bir anda yerle bir etmeye karar vermek. Geride kalan enkazı diriltmeye güç yeter mi?Aynı görkemle inşa etmek mümkün mü?
Sürükleyiciliğine boğulduğum bu kitabı tüm işlerimi öylece bırakıp evden çıkmamacasına okudum.Kendimi yaşadım bazı bölümlerinde.Kah gülümsedim,kah gözümden süzülen yaşı sildim ellerimle.
İşte roman bu dedirten enfes bir kitap.Okuyun bana hak vericeksiniz.

31 Ağustos 2008 Pazar

KABİLEYET DÜŞMANI TRAFİK CANAVARI BEN

İTİRAF EDİYORUM

İtiraf ediyorum araba kullanamıyor olmaktan, trafikte iyi araba kullanabilen bayanlardan ve sanki anne karnında araba kullanmayı öğrenmiş gibi direksiyona oturur oturmaz ustaca araba kullanmaya başlayan erkeklerden nefret ediyorum.Tamam kabul ediyorum ben haset ve fesat biriyim ama bunu hissediyorum yazmak suç mu?

Nasıl bir eziyettir bu çözemedim.Otur direksiyona bas gaza git.Yok olmuyor İşte.Hadi zar zor hallettik arabayı stop ettirmeden kaldırmayı.Peki şimdi bu araba neden ikinci vitese takarken stop ediyor .Be mubarek araba kalktın işte gitsene ne var yolun ortasında stop edicek.

İşin en ilginç tarafıda arabayı kullanamayan ben usta şoförlerin elinden çekil çekil modunda bir ukalakla alıp daracık alanlara rahatlıkla park edebiliyorum. Esas bomba şimdi geliyor bütün Türkiye’yi geri vites dolaşabilirim.Böyle cins ve tuhaf bir durumum var araba kullanma konusunda.

Zaten direksiyon başına geçtiğimde öyle komik bir halim varki.sıkı sıkıya direksiyona sarılmış panikli panikli ay acaba kaçıncı vitese taktım diyerek vitese bakıyor yine panikli panikli aynalara göz gezdiriyorum.Ama halim öylesine komik ki sanki bu yapılanların belli bir sıralaması varmış gibi bir halde oluyorum.kendi kendine konuşan bir tip.Dur önce aynalara bakmalıyım ,bir dakika şimdi vites değiştirilecek hayır hepsini aynı anda yapmalıyım yada hiç biri offfffff.

Üstelikte en kötüsü ne biliyormusunuz tüm bu panikli ve acemi halimle bir arkadaşımın trafiğe çıkmadan asla bunları aşamazsın gazına gelip kendimi trafiğe atmış olmamdı.tamam gittiğim mesafe yakın bir mesafeydi (20km :d)ona güvendim ama kendime panikli ve bir türlü araba kullanmayı beceremiyen biri olduğum için kızsammı yoksa tüm bu hallere rağmen kendimi trafiğe atacak kadar cesur olduğum için taktir mi etsem bilemdim.Üstelik arabaya tek bir çizik bile aldırmadan gideceğim yere gidip gelmeyi başardım.Gerçi diğer arabaların benden kaçmasınında etkisi vardı bunda atlamayayım...
Bu arada tabiiki kabiliyetsiz biri değilim :))))


AŞILMIŞ PANİK=ARABAYI CADDELERDE DANS ETTİREN BEN

SIRADAN BİR YORUM İŞTE

Kadınlar ve erkekler !Yüzyıllar boyu anlaşılabilmeyi bekledi her iki cinste.Fakat hiçbir zaman ne kadınlar erkekleri,ne erkekler kadınları anlayamadı…

Biz kadınlar her zaman daha detaycıyız.Erkeklere nazaran ayrıntılarla çok fazla ilgilenir hatta bazen bunu abartma seviyesine de gelebiliriz.Her ne kadar bu ayrıntıcılığın etkisiyle her şeyi daha iyi görebiliyor olsak da bunu abarttığımız çok zamanlarda vardır.Erkeklerse olayları yüzeysel olarak geçer ,ayrıntılarına çok da fazla takılmazlar.Açıkçası taktir etmiyor da değilim hani erkeklerin bu dışardan gamsız görünen hallerini.Sadece olayla ilgileniyorlar.Başı ,sonu,sağı,solu çok da önemli değil onlar için.Bizse olayın her yönünü irdelerken o olayın içinde kayboluyor onların bir günde çözdükleri meselelerin içinden günler boyu çıkamıyoruz.He yok mudur bunun avantajı.Var tabiî ki.Az öncede söylediğim gibi bu ayrıntıcılık bizlerin ileriyi daha iyi görebilmesini ,daha doğru kararlar alabilmesini sağlıyor. Ama ne gerek var bu kadar kafayı yormaya bırakalım bizde ,yaşayalım hayatı erkekler gibi akışına…

Örneğin konumuz saç kestirme olsun.Önce günler boyu ayna karşısında elimizle saçlarımızı tutarak acaba nasıl olur diye düşünmeler,ardındansa danışmalar başlar.

K:-Hayatım.

E:-Efendim canım.

K:-Ben saçlarımı kestirsem diyorum sence nasıl olur.

E:-Eğer fikrimi soruyorsan kestirme,benim uzun saçı sevdiğimi biliyorsun,üstelikte sana çok yakışıyor.

K:-Ama hayatım ben yıllardır saçımı uzun kullandım ve çok sıkıldım.Üstelik bakımı da zor ,hem biraz değişiklik istiyorum.

E:-Bu durumda hiç tereddüt etmeden kestirmelisin.

K:-Ama sen az önce sana uzun saç yakışıyor dedin .Ya kısa saç bana yakışmazsa.

E:-Yakışır hayatım neden yakışmasın.Hadi şimdi uyuyalım sen yarın kuaförünle konuşursun bu konuyu o sana daha iyi fikir verir:
K:-Haklısın iyi geceler.

E:- Sana da

Aradan biraz süre geçer. Kadın sürekli düşünme moduna girmiştir bir kere çıkması öyle kolay değil ki.

K:-Ayyyy hayatım ya bak ne diyeceğim.Hayatım uyudun mu?

E:-Hayır daha uyumadım prova yapıyorum az sonra uyuyacağım.Hadi artık uykum var yarın konuşuruz.

Oysaki erkeklerin hiç böyle derdi yoktur.Giderler berbere kestirirler saçlarını alırlar sıhhatler olsun dileklerini hepsi bu.

Böyle gelmiş böyle gider nasıl ki biz bir topun peşinden bir o tarafa bir bu tarafa koşan yirmi iki tane adamı dünya durmuşçasına izleyen birde üzerine yorum programlarından tekrar tekrar pozisyonları ağır çekimde izlerken üzerine tartışan ,onların ağır çekimde defalarca izledikten sonra fark ettiklerini hakemin uzaktan bir görüşle fark etmesini, edemezse yediği küfürleri anlamsız buluyorsak şunu aklımızdan çıkartmayalım ki onlarda bizim tırnak kırılması için attığımız çığlığı, iki kadın bir araya geldiğimizde aslında altında haset içeren körler sağırlar birbirini ağırlar şeklindeki övgü dolu konuşmaları,ilk buluşmanın ardından yaptığımız evlilik planlarını anlamsız buluyorlar.Bunun gibi binlerce şey sayabiliriz erkeklerin kadınlarda, kadınların erkeklerde saçma bulduğu.Sonuç olarak anlamak yada anlaşılabilmeyi karşı cinsiyeti çözme derdine çevirmeden yaşamak lazım yanındaki adamı yahut kadını tüketmeden doyasıya…

27 Ağustos 2008 Çarşamba

FACEBOOK

İZMİT ORTAOKULU 1-2-3N SINIFI ÖĞRENCİLERİ
Facebook'ta sayfa açmaya karar vermem bir arkadaşımın bana gönderdiği davetiye sonrasında gerçekleşti.Orada tüm eski arkadaşlarına ulaşabildiğini duyduğumda buna kesin olarak karar verdim ve açtım.
Herkezin unutamadığı yılları vardır.Benimde unutamadığım yıllarım , unutamadığım arkadaşlıklarım vardı.Yukarıda resmi bulunan ortaokul yıllarım.Lisede kredili sistemin kobayı olan öğrencilerden olduğum için o dönemlerimde ortaokul yıllarımdaki gibi güzel sınıf arkadaşlıklarım olamadı.Zaten lisede sınıfımızda olamadı.Okula başladık saçma sapan bir sistemle tanıştık.En saçma yanıda bizi bilgilendirecek kimsenin olmamasıydı.Elimizde ders programı kağıtlarıyla tam 1 hafta boyu dersleri çakıştırmadan seçmece hocaların sınıfına girebilmek için çektiğim eziyetli günler geldi hatırıma bak yine şimdi...Hemen unutmak için konuyu kapatıyor ve tekrar ortaokul yıllarımdaki döneme dönüyorum.Az öncede söylediğim gibi en unutamadığım yıllarımdı.Lisede bir çoğuyla koptuk,ardından herkez için çizilen farklı hayatlar,farklı sürüklenişler derken kimse kimseden haber alamaz oldu.
İnsanın yaşı otuzlara gelince sanıyorum içinde geçmişin özlemi dahada büyüyor.İşte benimde öyle oldu.Birazda doğduğum ,büyüdüğüm,okuduğum,şehre uzakta geçirilen on yılın ardından nefes aldığım topraklara yaklaşmış olmamın etkisi de vardı bu özlemin ve merağın artmasında.Bir yandan da geçirilen büyük depremde kaybetmiş olabileceklerimin endişesi.İşte tam bu meraklar içinde yaşamaya başlamışken Facebook yetişti imdadıma.Ve bir, bir buluşmalar, bulamadıklarımdan habedar olmalar başladı.
İlk önce Elif'le(en önde elinde poşet olan) kavuştuk.Benim yaşadığım şehirde çalıştığını öğrendim.İlk şaşırmam böyle oldu.Aradığım arkadaşım meğer yanı başımdaymış aynı havayı teneffüs ediyormuşuz.Ardından Cem(en öndeki kızların içinde kızılcık bebek) ulaştı.Cem farklı cinsiyetler taşımamıza rağmen bana o yıllarda en yakın beni en iyi anlıyan ve beni en çok dinleyen,birde en çok kızdırıp ağlatan arkadaşımdı.Yıllar boyunca bizden kısa olmasına çok sinirlenmiş olan Cem,hayatı boyuncaAyça'nın(Cem'in yanında) yukarıdaki resim için Cem kendini kısa hissetmesin diye dizlerini kırmasını hiç unutamamış.Şu anda 1.85 boyunda olduğunu duyduğumda minyon olan oğlum çağatayın kısa boylu olacağı endişesini taşımaktan vazgeçtim.
Hayatın tuhaf tesadüfleri var. En ilginç olanı da yıllar sonra yıllar öncesinden tanıdığım iki kişiyi tanıştırma anıydı.Yıllardır yaşadığım şehirde benden yaşça küçük, kanımdan olsa bu kadar sevebileceğim canım kardeşimle olan sohbetinde onun okul anılarını dinliyordum.Ardındansa yapılan klasik bir davranışla bizim yıllarımızla kıyasladım ve bende arkadaşlıklarımızdan bahsettim.Yıllar sonra bahsettiğim arkadaşlarımdan biri olan Cem'le tanışıp güzel bir ilişkiye başlamalarına vesile oldum.İnsanın nerden nereye dememesi mümkün değil.Hayatın akışı gerçekten çok ilginç.
Sonrasında ise Fatma'yla buluştuk.O gerek okul yıllarında,gerekse evliliği nedeniyle hiç yaşadığı şehirden kopmadığı için bir çok kişiden haberdardı.Hem onu hemde o yılları öylesine özlemişim ki uzun uzun anlattık onunla.Bir çok kişiden haberdardı.Resimde hemen yanımda duran Hülya(mor yelekli) mesela.O yıllarda sınıfın en sessiz kızı olan Hülya avukat olmuş.Diğer başta duran (yeşil hırkalı) Selma, o yıllarda sınıfın en iri kızıyken şimdi mankenlere taş çıkartıcak bir fiziğe sahipmiş.En arkada duran ikiz erkek kardeşler vardı Sami ve Sabri.Maalesef sabri'yi depremde kaybetmişiz.Şıpsevdi sakızları geldi aklımıza Fatma'yla konuşurken.Okulda o yıllarda benden çıkan bir fikirin sonrasında tüm 3. sınıflara yayılan bir modaydı.Bir arkadaşımız bir türlü aşık olduğu kıza aşkını ilan edimiyordu ve bende o sakızın içinden çıkan aşk tanımlarından birini ezberletmiştim ona.Sonrasında oda bir şıpsevdi sakızı alıp aşık olduğu kıza vermişti.Kız baştan anlam verememişti.İçini açıp okuduğunda Aşk Dediğin Birlikte Yaşlanmaktır yazıyordu.Arkadaşım ona günler boyu şıpsevdi sakızı alarak hergün aşkın başka bir tanımıyla ona aşkını ilan etmiş oluyordu; sonunda aşkına karşılık buldu ve bu aşkını ilan etme şekli okulda moda oldu.Çok temiz duygulardı o yıllarda yaşananlar.Erkeklerin değil kızların kendini ağırdan aldığı,herşeyin tüm saflığı ve güzelliğiyle yaşandığı yıllardı.Can arkadaşımız Hakan'ı bir trafik kazasında kaybetmemizse o yıllardan kalan en acı hatıramızdır hepimizde.Liseye başladığımız yıllarda çocukça,nedenini bile hatırlamadığım bir kırgınlıkla koptuğum Ayça'nın(en önde dizlerini kırmış olan) özlemiyse bende bambaşka bir yer tutar.Hemen yanlarında bulunan Aylin ve Özlem'le 3 yıl boyunca sıra arkadaşıydık ama mezuniyetten sonra hiç haberleşemedik.Umarım onlarada ulaşacağım.
Fatih arkadaşımıza fotograf paylaşımları için sonsuz teşekkürler.
Hepsiyle birgün bir yerlerde buluşabilmek ümidiyle.


KAYBETTİKLERİMİZİN MEKANI CENNET OLSUN....

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Sizlere son dönemlerde okuduğum beni çok etkileyen üç kitabı önermek istiyorum

BirÇöl Çiçeği, H. Gülru Yüksel,Waris Dirieincisi ÇÖL ÇİÇEĞİ:








Waris Dirie'nin anlatımıyla kaleme alınan kitapta bir gerçek yaşam öyküsü anlatılmış.Okudukça değşete düştüğüm fakat azmini taktir ettiğim sıradanın çok üstünde ilginç bir yaşam öyküsü.Waris Dirie çölde göçebe bir hayat süren ve kızların sünnet edilmesi gibi bir geleneği sürdüren Somali'li bir ailenin kızıdır.Sadece duymuşluğum olan kızların sünnet edilmesi olayının ayrıntıları hakkında bu kitapta bilgi sahibi oldum ve oradaki kızlara yaşatılanlar beni değşete düşürdü.

Oniki yaşına geldiğinde yaşlı bir adamla evlendirilmek istenen Waris evinden kaçıyor ve o andan itibaren zorlu hayatı başlıyor.Tüm zorlu yılların ardından Londrada başladığı hayatında ise normal sandığı bedeninin aslında sıradışı olduğunu bizlerden farklı olduğunu çözüyor.İlginç ve bir okadarda mücadeleci bir hayat öyküsü var Waris Dirie'nin.Yılmadan çalışıldığında insanın her istediğini elde edebileceğini gözler önüne seriyor,okuyanlara dirençli ve çalışkan olma konusunda ders veriyor.Bu kitap, on bir ülkede aynı anda yayınlanmış ve hemen beyaz perdeye uyarlama çalışmaları başlamış.

İkinci tavsiye edeceğim kitSonsuzluğun Mesajı, Marlo Morgan,Türkan Gezginap ise







SONSUZLUĞUN MESAJI:
İki aborjin yerlisi bebek doğumlarının ardından beyaz insanlar tarafından annesinin elinden alınıyor.Biri Amerika'ya doğru uzanan ve her türlü acıyı yaşadığı bir yolculukta,diğeri ise yetimhanede kendi köklerinden koparılmaya çalışırlar.Fakat bu iki sonsuzluk ruhu kendi köklerine,öz doğalarına ve en sonundada sonsuzluğun mesajına ulaşıyorlar.Okuyucular için gerçekten güzel mesajlar verilmiş bu kitabın bildiğim bir çok kişilik mesajları veren kitaplara nazaran akışkan, okuyucuyu sıkmayan bir anlatım tarzı var.Sizde roman tadında bir kitaptan yazarın tabiriyle sonsuzluğun mesajına ulaşmak istiyorsanız bu kitap şiddetle tavsiye edilir.

Son kitap ise VEDA:
Çökmekte olan bir tarih ve yeni gelecek arıyan milliciler arasında sıkışmış bir dönemde osmanlı aydının öyküsünü dile getiriyor.Biyografik veriler eşliğinde yazılmış.Ayşe Kulin her zamanki ustalıklı ve sürükleyici uslubuyla yazdığı bu kitapta Maliye nazırı ve ailesinin aracılığıyla o dönemi çizicerken öylede nefis bir aşk hikayesi sıkıştırmışki araya kitabı elime aldığım günün ertesinde bitirdim.

KARAÇİÇEK


Bendeki büyüyüşü gözümde büyüttü onu dolayısıyla gözümde büyüyen karaçiçek hayatımda da varlığıyla oldukça büyük bir yer aldı.Birazlar saklıydı onda hep bunu farkettim yıllar sonra.Farkettikten sonrada farkedemediğim yıllara üzülmedim dersem yalan olur.Hani kısırda bolca bulgur vardır biraz marul biraz domates biraz baharat biraz salatalık hepsi bütünleşir salçasız sarımsaksız olmaz yada bir baharatı fazla koyarsan tadı kaçar.İşte karaçiçek te aynen böyle benim gözümde.Bolca kadınlıklık var onda biraz anne,biraz eş,biraz cilveli,biraz kaprisli,biraz anlayışlı,biraz kıskanç hallleriyle beslediği yoğurduğu.Saymakla bitmeyecek bir çok birazların bütünü karaçiçek.Birazları öylesine dengeli ayarlanmışki bütünlüğünde hani biri fazla kaçsa tadı ve rengi bu denli güzel olmazdı karaçiçeğin gerek hayatta gerekse bende.Sinirlendiğinde yada ona uymayan bir hadisede hiç çekinmeden söyler fikrini tüm açık yürekliliğinle bunu yaparkende lise yıllarındaki görmediğim ama tahmin ettiğim cadı ve bilmiş hallerini eksik etmez üzerinden.Sevdiğim yanıdır herkeze de yakışmaz hani.Birde bunu tüm birazlarında saklı bilmiş ve bencil yanıyla birleştirmezmi tıpkı benim gibi.O 'aman benden sonrası hikaye'diyen halleriyle boşvermişce konuşmalarını bazen kilitlenir izlerim o farketmez ve anlatırken heycanlı heycanlı bana 'aaa yorum yapsana niye susuyosun' derken hayran hayran susar izlerim onun bu yanını.Biraz kendimden bir ruh halini onun üzerinde görmüş olmanın hayranlığıyla ,biraz bu hali ne kadar iyi ve doğru yansıttığına imrenerek hatta birazda kıskanarak belkide cesaret alıp uygulamaya geçirecek bir hale gelerek.Kolay sevmez karaçiçek sevmide eğer bağırtacak kadar damarına basmazsan kopmaz senden.Bir de benden size bir tüyo yakınları arasındaysanız ve size kırıcak bişey söylediyse alınmamalısınız çünkü o gerçek sevdiklerine cümlelerini elemez bilir onu anlıyacaklarını hatta belki nazını çekeceklerini.O yaparmı bunu peki? Bazen evet.Karaçiçeğin baskın yanıdır anneliği,kendini çocuklarına adamış ama bunu hayattan kopmadan yürütmeyi başarmış nadir insanlardan biridir o.İletişimi kuvvetli bir anne olmanın sırrı belki iletişimi kuvvetli bir evlat,bir kardeş ve bir arkadaş olmakta saklı.Bazen o anlatır ben dinlerken dalar giderim.anılılarımızı kahkalarımızı düşünürüm.Sonra kendime gelirim ve derimki:'İyiki varsın be Karaçiçek iyiki varsın'.....

28 Temmuz 2008 Pazartesi

BAŞLIKSIZ AMA BENİMLE İLGİLİ


Yine fırtınalı bir gündü.Tıpkı eski dönemlerimdeki gibi gülen yüzümün maskelediği fırtınaların esiriydim.Fırtına dinmişti aslında,ben hasar tespit dönemindeydim.Bir ölü üç dört yaralı var.Birde doğum arifesi.Yine yeni bir ben doğma aşamasında tüm bu zihin temizleme operasyonunda.

Derin nefes almaların oflayıp puflamaların başladığı karanlık bir Temmuz günü(karanlık çünkü ekim ayını anımsatan kasvetli ve yağmurlu bir gün)gelen iletiyle birden yola koyulma kararı aldım.Biraz kendimden kaçış olan bu seyahat güzel bir yolculuğun ardından Tekirdağ'da noktalandı.

Verandadaki salıncakta,üzerime vuran aplikten gelen loş ışığa hafif esinti eşliğinde Gülay'ın şarkılarıda eşlik edince bulunduğum yer argo bir tabir olacak ama tadından yenmez bir hal aldı.Sakin ılık denizi,kızgın ama bunaltmayan güneşi,akşam yemeğindeki sohbetler beynimdeki doluluğu sıfıra indirgemeye çok yaklaştırdı.Sevdiklerimle yediğim yemeğime 'hadi be yiğen kaldır kadehini'cümlesiyle eşlik eden kahkalar renklendirdi.Kendimi at kadehi elinden bin parçaya bölünsün şarkısına eşlik ederken buldum birden.Ardından kuzenler senin en güzel yerin ela gözlerin diyerek boş ver dercesine şarkı söylediler sanki anlamışlarda beni teselli ediyorlarmış gibi.Nede iyi sakladığıma emindim oysa o ela gözlerden süzüleni.
Günler geçtikçe ortamın sakin ve dingin hali zamanla zihnimin hafiflemesine sebep oldu.Ardındansa nihai bir sevinç,bir o kadar da huzur kapladı içimi.Çünkü unutmada başarılı dev kadın için çekilen doğum sancısı bitmiş artık nefes alma vakti gelmişti....
Unutmakta Başarılı Dev Kadın ve ayağının altında ezilen unutulma mahkumu hikayeler,buyrun sandıktaki yeriniz hazır.....

20 Haziran 2008 Cuma

Nedensiz

Vatanı olmayan bir mülteciye döndüm.Ne ruhum nede bedenim hiçbir yere ait hissetmiyor kendini.Her yerdeyim ama hiç birine ait değilim.Doğduğum yer yabancı,yıllarımı geçirdiğim yer uzak,yaşadığım yerse bilip gördüklerimden çok farklı.Hepsindeyse ayrı bir ben saklı;kimi zaman huzur bulduğum,kimi zaman özlediğim,kimi zamansa korkup kabuğuma çekilmeme sebep olan bir sürü ben....
Nedenini bilmediğim bir hüzün var içimde.Belkide bildiğim fakat kaçamk için nedensizliğine sığındığım bir hüzün.Ne olursa olsun benim hüznüm yaşayan ben yaşatan ben diyebilmenin mutluluğu herşeyden öte...
Endorfin, serotonin,penilatilamin biyoloji dersinden ve izlenen birinin tavsiye ettiğini diğerinin çürüttüğü sağlık içerikli programlardan aklımda kalan mutluluk hormonlarının isimleri.Şunu yersen salgılanır,şöyle yaparsan salgılanır.Olmuyor işte artık!Ne yapsam ne yesem salgılanmıyor sanki beynimde.Bende çözümü yine o lanet olası küçük,uzun,beyaz haplarda buldum.Doktor tavsiyesinden uzak bilinçsiz kullanımlarla varlar artık hayatıda.Kimileri onların yüzünden çok uyumaktan şikayetçi,kimileriyse uyuyamamaktan.Ben mi?
Bende uyutmadıklarındanım.Yada daha dürüst olmalıyım.Belkide uykum kaçmasının nedeni onlar değil ama suçu onlara atmak en kolayı.Aslında komik olan tarafı ne suç var ortada nede suçlu.....

12 Haziran 2008 Perşembe


Hep deriz ya yok işte hayat bir tiyatro oyunudur yok efendime söyliyim hayat bir sınavdır yada şudur budur falan....
Evet hayat bencede bir sınavdır.Ama hayatın içinde girdiğimiz diğer sınavlardan farklı olarak;onlardaki gibi üç yada dört yanlış bir doğruyu götürmez,bir yanlış tüm doğruları götürür....
Bu nedenledir ki seçimlerimizi yaparken yahut yaşayacağımız hayata yön çizerken kararlarımızı ve yaşam seçimlerimizi düşünüp,tartıp,irdeleyip öyle bir seçim yapmalıyız.
Herkezin tökezlediği bir an olabilir.Mühim olan düştüğünde yeniden kalkıp dizlerini silkeleyip hayata devam edebilmektir.Sonrasındaysa ayağına takılanı bulup üzerine gitmek yerine yanından geçer gidersen hem onu yakından yeniden görmüş,tecrübe etmiş, hemde ayağına takılmasına izin vermemiş olursun.Tabii uzak durmakda bir seçim şeklidir.
Doğruların yanlışları götürdüğü bir hayat dileğiyle....

9 Haziran 2008 Pazartesi


Ay vurdu gökyüzüne yine
Geceydi aydınlattığı ben değil
Gün oldu güneş vurdu yüzlere
Ama aydınlanan yüz benim değil
Ander düşüncelerle boğuldu beynim
Kan oldu revan oldu gözlerim
Ufukta gördüğüm gün benim değil
Ardım sıra kalan dün benim değil...

7 Haziran 2008 Cumartesi

Günübirlik Geçmiş Yolculuğum


Yıllar sonra gördüğüm rüya gönderdi oraya beni.Etrafa bakınıp derin hayallere dalmış,geçmişimdeki beni caddelerde yürütürken her tarafın benim bıraktığımdan uzak, değişmiş ve yenilenmiş halleri birden kendime gelmeme sebep oldu.Bilinç altıma yerleşmiş bir ses benim farkındalığımın dışında birden taksiye sağ köşede dururmusunuz burdan sonrasını yürüyerek gitmek istiyorum dedi.Taksiden inip kapısını kapattığımda tıpkı bir film sahnesini andıran bir halle upuzun bayırı seyreder olmuştum.Arkamda beliren arabanın korna sesi beni kendime getirmişti.Daha bayırın başındayken bir yandan hayallerim canlanmaya diğer yandanda yıkılmaya başlamıştı.Ayağımdaki parmak arası tokyalarımla,üzerimdeki fırfırlı elbiselerimle bayırdan aşağı koşan hallerim tek tek geldi gözümün önüne.Sonraysa gördüğüm arnavutkaldırımlarının olmadığıydı artık.Tüm bayır o huzur veren taşlar yerine katranlı asfalta bulanmıştı.Yavaşça yukarı doğru yürümeye başladım.Oğuz sinemasının bahçesindeki çocukça aklımızla adını tırmanma yeri koyduğumuz büyük engebeli bahçemizin yerini dev gibi Oğuz apartmanı doldurmuş,bakkal Osman köşem market olmuş,Adnan abilerin evinin yeriniyse boş bir bekleyiş almış.Sonradan öğrendim depremde yıkılmış.Artık görmek için yola koyulduğum eve bir kaç adım kalmıştı.Tuhaf bir heyecan kaplıydı içimde.Göreceğim yerin mutluluğu, görecek olacaklarımın burukluğuyla son adımlarımı adeta kulağımda çınlayan ayak seslerim eşliğinde attım.Kimler ortak olmuştu acaba anılarıma,bebekliğime,çocukluğuma hatta ilk genç kızlık dönemlerime.Birden yüzümde bir gülücük belirdi.Değişen herşeye rağmen hatıralarımla dolu ev değişmemiş ,ufak tefek şeylerin dışında bıraktığım gibi duruyordu adeta tam 15 yıla rağmen.Üzerindeki satılık yazısını görünceyse gözlerim faltaşı gibi açıldı birden adımlarım hızlandı.Kağıtta yazan numarayı hemen arayıp evi gezmek istedim.Demir kapı herzamanki gıcırtısıyla açıldı.Ardından koşarken defalarca düştüğüm döner merdivenlerden yukarı çıktım.Derin bir nefes çektim ama binanın o herzamanki kokusu yoktu.Karşımda şık bir çelik kapı belirdi.Babannemin sinirlendiğinde hızla çarptığı kapı nerde naptınız ona?Elimle iterek içeri girdim.Aman allahım burası neresi?Neden artık mutfak girişindeki kare mozaik taşlar yok.Bir tanesi yerinden çıkmıştıda hatta ordan anlardım mutfağa birinin girdiğini ta arka odalardan bile.Bırakın o çıkık taşın sallanmasıyla çıkan sesi mozaik taşlarımın yerini modarnize plastik ahşap karışımı parkeler almış.Başka bir yerini görmeyi istemedi içim görüceklerim beni mutlu etmiyecekti çünkü.Birden evi gezdirene arka bahçe dedim,buranın bir arka bahçesi olucaktı her yer değişmiş oraya nereden gidiliyor şimdi. Gösterilen kapıdan hızla bahçeye geçtim her adımında limon ağacımın kokusu adeta dahada yoğunlaşıyordu ıhlamur ağacınınkini bastırıcasına.Meğer oda bilinç altımın yanılgısıymış .Tuhaf bir bencillikle ne istediler diyebildim gözümden süzülen yaşlar eşliğinde.Hadi anladım ıhlamur ağacı yaprak döker,etmez ama belki dalları rahatsız ettide kıydılar kökünden kestiler.Peki benim küçücük limon ağacımdan ne istediler?Tüm bu anı katilliği yetmemiş birde çimentoyu suyla karıştırmış yere bulamış hatta yetmemiş belkide iyice tutsun diyerek günlerce sulamanın eşliğinden sağlamca beton tuturmuşsunuz.
Bu ev miras bölüşümündeki anlaşmazlığın ardından satılırken biliyordum böyle olacağını zaten belkide şimdiye dek gelemeyişimin görmek istemeyişimin nedeni buydu.Öylesine anılarla doluyduki bu ev.Bırakın benim doğumumu babamın bile delikanlılığına,çocukluğuna hatta ve hatta doğumuna bile şahitti.İyi kötü ne anılarla doluydu bir bilseniz sadece o evin kapısını aralasam en az beş romanlık hayat hikayesi çıkar.
Buruk bir hüzünle dışarı attım birden kendimi derken Ayşegül'le karşılaştık.Yılların verdiği bir kopuklukla konuştuk baştan sonrasında uzun uzun anlattırdım herşeyi.Gelip geçeni sorguya tutan Hanife teyze,mahallemizin bıçkın delikanlısı Kemal abimi bir başına yetiştiren Ayşe teyze;terzi musa amca,turşucu Habil amca,Bastonlu ve kasketli şık görüntüsüyle her gün o bayırı inen aksi cevdet dede tıpkı babannem Naime sultan gibi hakkın rahmetine kavuşmuş.Her balkona çıktığımda nasıl olduğunu bir türlü anlamadığım bir şekilde varlığımı hissedip balkona fırlayan komşu oğlu,o yıllarda manevi kardeşim dediğim Seda,seda'nın ilk aşkı Hakan,Balıkçının kızı Özlem,her seferinde mahalleden aşağı inerken mahallemizin kızları geliyor dikkatttt diyerek hazır ola geçen mahalle delikanlıları kimse kalmamış.Nerdeler,naparlar demeye dilim varmadı.Duyucaklarımdan korkar hale gelmiştim.Ayşegül'ün yanından tam ayrılmış bir iki adım atmıştımki birden seslendi.
-''Peki Ahretin Özlem'i duydunmu ''dedi.
Duyacaklarımdan kortum.Sadece çok mutlu olduğunu hayal ederek :
-''Duydum'' dedim ''duydum''.
Artık bu konuşmada duyacak olacaklarımı kaldıramıyacak olmanın verdiği ruh haliyle bir an önce sonlandırmak istedim.Ne kadar duymaktan kaçsamda zaten yüzündeki ifade herşeyi anlatıyordu.
Bayırdan aşağı indiğimde yeniden ilk geldiğim zaman durup uzun uzun daldığım yerde durdum ve son bir kez bayırdan yukarı baktım.Orda beyaz fisto elbisesiyle bir örnek fistolu şortu sadece yere düşüp eteği açıldığında görünen yaramaz küçük bir kız ,yanında siyah önlüklü saçları iki yandan beyaz kurdeleyle toplanmış bir kız çocuğu,onunda yanında lacivevert basenden pileli jilesinin içine beyaz gömlek giymiş saçları iki yandan örülmüş liseli bir kız el salladı bana.Yüzlerindeki hatırlanmış olmanın verdiği mutluluğun eşliğinde.Hatırlamanın hem hüznünü hem mutluluğunu yaşarken daha öncede yaptığım gibi sadece hatırlamak istediklerimi yanıma alarak,yitirilenlerin acısını varolanlarla hafifletmek için önüme dönüp yoluma devam ettim......
Tüm yitirilenlerin ruhuna tanrıdan rahmet dilerim.Sağ olup varlığından haberdar olamadığım tüm geçmiş dostlarımlada bir gün bir yerlerde buluşabilmek ümidiyle.....

4 Haziran 2008 Çarşamba

YENİ


Upuzun saçlarım vardı benim,her santiminde sanki her bir yılın emeğini,sabrını,hüznünü,mutluluğunu saklıyan.Kısacık kestirdim bugün.Yerde duran yıllarıma çarptı birden gözlerim.Uzun uzun baktım onlara anılarımdı sanki yerde duran,sabrımdı,bekleyişimdi.Sabırda bitmişti artık,bekleyişte.Vakti gelmişti fazlalıkları kesip atmanın.Öyle yaptım bende.Belkide kendimi yenileyişimin son adımıydı bu.Yeni bir hayata başladığım bu yılda eskiden kalan tek şeyin finali yada belkide unutmanın kolay seçimindeki bir sıralamaydı.Herşeyi bir bir yok etmek....
Herzamankinden bile erken uyanıyorum artık.Günü aydınlatan güneşin doğuşu bile ruhumun aydınlanmasından sonra gerçekleşiyor.Gün ağırıyor.Yeni bir gün başlıyor.Ben her gün sadece gözümü açıyormuşum meğer.Birgün uyandığımda farkettim ve o uyanışın ardında her sabah bir uyanış oldu hayata.Şimdilerde ise her sabah uyanmıyorum sanki her sabah yeniden doğuyor ve büyüyüyorum.
Nasıl da güzel korktuğum yaşlarım.Söylemeye bile dilim varmazdı daha otuzuma beş varken bile yirmili yaşlarımdan kopmaktan nasılda korkardım bir bilseniz.Ama nerden bilirdimki yirminin başından sonuna kadar yaşadığım,bende varım dediklerimi otuzların her bir yılında katlanarak yaşayacağımı.
SAÇLARIMI BİLE KESTİRDİM DİYORUM YAA...!VARIN GERİSİNİ SİZ ANLAYIN.
Yeni bir GÜN
Her yeni güne uyanan yeni bir BEN
Yeni bir BAKIŞ AÇISIYLA
Yeni görünüşüme SEVGİLER....

30 Mayıs 2008 Cuma

ACIMASIZ HAYAT

Hiçbirimiz kendi hayatımızı seçerek yaşayamıyoruz.Eğer böyle bir şansımız olsaydı kimse sonunda ölüm olan bir hayatı seçmezdi.Ama doğum gibi ölümde hayatın bir gerçeği.
Kendimizin seçemediği hayatı bir basamak olarak kullanıp bunu kendi hayatımız haline getirebiliyorsak işte o an gerçek doğumudur insanın.
Üzücü bir haber aldım bugün ardındanda biraz daha umutlandıran bir hal o üzüntülü haberin içinden çıkan.Biri altı diğeri bir yaşında iki çocuk sahibi kısa süredir tanıdığım arkadaşım Esma göğüs kanseri olmuştu.Tüm maddi olanaklar kullanılmış İstanbul'da adı geçince orda olduysa tamamdır denilen bir hastanede ameliyat olmuş,göğüsleri alınmaktan kurtulmuş sadece kistler alınmak suretiyle bu illetten uzaklaştırılmış.Bu üzücü haberin içinde biraz daha oh dedirten bir haberdi.

Dedim ya hayatımızı bizlerler seçemiyoruz.Benim kısa sürede tanıdığım Esma çok güçlü bir kadın.İşte gücünü hayata geçirme zamanı.Nasıl adaletsiz bir hayattır bu bilemiyorum.İsyan etmek geliyor içimden rabbimin korkusu ve inancı olmasa.Bu adil olmayan sınav tıpkı ölümüne bir dövüş gibi ya ölecek ya öldürüceksin.Ya kabullenip hastalığa yenilecek yada zaferini ilan ediceksin.
Bilmiyorum belki saçma sapan şeyler yazdım.Belkide çok anlamlı cümleler.Şu an bunun kıyaslamasını yapabilecek durumda değil ne beynim ne yüreğim.Bildiğim ve emin olduğum tek şey var:
ZAFER ZAMANI ESMA.....

Hadi Duy Sesimi


İsmini suyun üzerinde duran çiçekten almış,has abhaza kızıyken gelini olmuş.Kısa zamandır tanıyorum onu ama ilk tanıdığım günlerde olmayan bir hüzünün var bu son birkaç aydır yüzünde.Belki hırçın çocukları sebep buna,belki çok sevdiği ama diyolog kuramadığı eşi yada kendi kişiliğinin dışa vurumunu yadırgayan heyy orda dur bakalım diyen yaşam biçimin.Bana göre büyük ama yerlisi olduğundan onun için küçük olan şehirde sokakta yürürken bile dörtduvar arasında gibi.Bunun farkında değil.Aslında farkında olduğunu sanıyor boğuluyor ama gerçek anlamda farkında değil.Çünkü eminimki oda benim gibi farkettiği an nefes almak isteyecek ve bir balyozla kırıcak önündeki ilk duvarı.O duvar bir sonrakini ,bir sonraki bir diğerini derken nefes alıcak tüm yıkıntıların oluşturduğu toz bulutlarının arasında,belki çok toz yutucak oda benim gibi hatta tamamen nefesiz kalacak gözünden yaşlar süzülecek can çekişecek ama feraha çıktığında nefesalacak ahhhhh bir farkedebilip çabalasa...

Öylesine kabullenmiş ve içine kapanmışki aylardır doğru düzgün yüzünü bile göremedim.Yapma nolursun bunu kendine.Senin için o kadar çok şans sunmuşki hayat .Kaç sefer senin adını felaketle adlandırdığın bana göreyse yeni başlangıçlar olan sunuşlarda bulunmuş hayat sana.Senki 19 Ağustosta enkazdan günlerce sonra çıkansın,senki yanan arabanın içinde tesadüfen olmayan ve yine senki o dörtyolda yaptığın büyük kazada hurda arabadan sağsalim çıkansın.Anla artık sen bu hayatta yaşamalısın deniyor sana artık bul varlığının nedenini ve başla üretmeye dolayısıyla da nefes alarak yaşamaya ve ne olur üzme artık yüzündeki hüzünle seni sevenleri...

29 Mayıs 2008 Perşembe

Keşkelerle Dolu

Elvedayla süslenmiş yarının dünündeyim
Keşkelerle dolu sonbaharın demindeyim
Kimbilir belki doğmamış melekler rolündeyim
Keşkelerle dolu sonbaharın demindeyim
Bilinmez yolların özleminde tam önündeyim

Şimdilerde özlemimde yaşattığım bir kalem var
Kadere ağlayan birde beyaz kağıt
Yaşanılan bu yaşlılıkta gizli dramatik ağıt
Kelimelerse yargılanan hüzünlü bir sanık
Karanlık ortasında yazdığım iki kelimem kabus oldu
Aydınlık menzilinde mutluluk doğdu
Bir çift sözle aranılan huzur vardı
Kör bir gözle kayboldu lakin o göz yaşla doldu
Ömrümün yıkık sokaklarında bulduğumdur şimdi her kelam

Bu sefer dönüşümdür aldığım bir kılıç
Bin kılıç bile yetmezki cesareti yenmeye
Mezara kimse gelmez gömmeye
Lakin emanettir beden gölgeye
Şarkılara vurdum kendimi
Durgun sularda yorgun bekçi
Ezgilerle bağdaşır ruh halim
Bugünde bitti sağasalim
Yarın çıkarmı belli değil
Kaderin yönündeyim hayatımın en zor rolündeyim
Ama biliyorum bu bir oyun değil

27 Mayıs 2008 Salı

BABAMA

Hani gözünü kırpar kafanla hadi yürü gidiyoruz işareti yapardın ya dün gibi gözümün önünde.En sevdiğim çikolatayı alırdın bana ayaklarımıza kara sular inceye kadar dolaşır sonrada Hoşgör' de alırdık soluğu.Kışsa salebimizi içer yazsa dondurmamızı yerdik.Aramızda sanki onca yaş yoktu da iki iyi arkadaş oluverirdik o gezmelerde.Hatta bir seferinde var mısın artık İzmit'i gezmeyelim bundan sonra planlayıp görmediğin yerleri gezelim demiştin.İlk soluğu Topkapı sarayında almıştık.Bilirdin benim yaşımın küçük olmasına rağmen nelere ilgi duyduğumu.Derken Yerebatan Sarayı,Sultan Ahmet, Mısır Çarşısı,Çamlıca derken adalar,Uludağ , Ankara v.s....Çanakkale’ye bensiz gitmiştin. Hiç unutmam hala içimdedir o el sallayarak seni uğurlamam.Sen benim bu hayatta hayran olduğum erkektin. Sonraları biraz daha büyümeye bakış açım değişmeye başladı. Derken bağımsız gezmeler ve ardından gelen biraz korumacı, biraz kıskançlık dolu tepkiler başladı ve de sürtüşmeler. Daha da büyüdüğümdeyse o taptığım adamı eleştiri bir hale gelmiş ve tam anlamıyla olmasa da hayatımdan çıkartmıştım. Sonra hayatıma senin bildiğin onayladığın bir erkek girdi.Elimi tuttuğunda bile sanki karşıdan gelecekmiş bizi görecekmişsin gibi bir kokuyla yaşadım uzun bir süre. Bir zaman sonra tadını çıkarmaya başladım bir erkekle özgürce caddelerde dolaşabilmenin. Hatta belki çok haince ama içimden hadi kızsana ,bak işte biriyleyim, eleleyim diye sana diş bile biliyordum.En çok ne zaman utanmıştım biliyor musun? Beni 16 yaşımda elimden tutup bara götürdüğünde.Yol boyunca tanıdık bir arkadaşıma denk gelmemek için dualar etmiştim.O zaman bana yaptığın açıklama şimdi benim için öylesine önemli ki .Keşke herkes o zaman kızdığım sen gibi doğru şekilde yetiştirse evladını.Bana “ben seni bu tarz yerlere göndermeyeceğim ama merak etmeni de istemiyorum burası böyle bir yer gör diye getirdim” demiştin.Ne kadar doğru bir yaklaşımmış.Anlayamıyor insan,affet o zamanki bağırıp çağırmalarımı.Fazla katı büyüttün şimdi hak verebiliyorum ama o dönemlerde anlamamış olmamın anlayışını bekliyorum senden.Canım babam benim bugün hastalandığında ellerimle sana yemeğini yedirirken geldi bunlar gözümün önüne bir bir.Yarın sabahta uyanır uyanmaz yanına geleceğim.Kahvaltını ben ellerimle yedireceğim sana.Sen beni yıllarca omzunda taşıdın.Şimdi taşıma sırası bende .İyi ki varsın canım babam seni eleştiriyor olmamın tek nedeni sana çok benziyor olmam sabret benimde yakındır eleştiri almam....

OĞULLARIMA

Canlarım sizler şu an sürekli bir büyüme ve değişim içindesiniz.Bizim çocuklarımız olsanızda bizden aldığınız özellikler dışında farklı özelliklere sahipsiniz.Çünkü sizlerde birer bireysiniz.Sizi daima tanımaya ve anlamaya çalışıyorum.
Biz sizleri her zaman koruyup kolllayacağız.Ama kendi kendinize bıraktığımız zamanlarda olacaktır bizi suçlamayın.Bu sizin davranışlarınızın sonuçlarını görmeniz ve belkide deneme yanılma yoluyla öğrenmenizi sağlıyacaktır.
Hayat engeller ve mücadelelerle dolu.Daima istekli,kararlı,ve mücadeleci olun.Pes etmeyi kendinize adet edinmeyin.Amacınıza ulaşmak için çaba sarfedin ve asla ulaşmadan vazgeçmeyin.
Doğrularınıza,kararlarınıza,yeteneklerinize ve isteklerinize sahip çıkın.Çünkü bunlar sizlere ait en önemli değerlerdir.
Şunu unutmayın yapacağınız herşeyde imkanlarımız doğrultusunda gerek maddi gerekse manevi olarak yanınızda olacağız.Ama asla yapacağınız her şeyi bize güvenerek yapmayın.Çünkü bilmelisinizki biz sonuna kadar arkanızda olsakta bazı şeylerin sonuçları size aittir.Gerek mutluluğu gerekse üzüntüsü.Dedim ya bizler sizinle paylaşmak için varız.Ama sizlerde bireysiniz ve hayatınız size ait. Hayatınızla ilgili kararlarınızda uzun uzun düşünün,irdeleyin ve öyle karar verin.Sizlerin kendiniz için en doğruyu bulabileceğinize yürekten inancım var.
Engellere aldırmayın.Onlar her insanın hayatlarında atlaktıkları birer başarı sınavıdır.
Küçük yanılgılara büyük suçmuş gibi bakmayın,kendinize daima yanılma payı bırakın.
Kimseye haksızlık etmeyin.Kimsenin hakkı sizde kalmasın.
Hiçbir zaman aceleci olmayın.Ama her şeyi uzun zamanlara da bırakmayın.Zaman herşeyin ilacı değildir:Sadece bazı acıları hafifletir.
Sorunlarınızı bizimle paylaşın.Bizler sizin destekçiniziz.Ağzımızdan çıkacak her cümle sizin iyi olmanız için söylenecektir.Buna belki itiraz edicek vede tepki vereceksiniz ama biz sizin sadece iyi olmanızı isteriz.Her ikinizide çok seviyorum canlarım sizin gibi evlatları bana verdiği için allaha sonsuz teşekkürler.Rabbime,vatana,millete,bizlere en önemliside kendinize hayırlı bireyler olmanız tek temennim....

25 Mayıs 2008 Pazar

YASAk!!!!


Ahhh teyzem ahhh.Nasılda güzel tüttürüyorsun şu meneti.Uzun gezmelerin ardından
yoruldum şöyle bir kendime geliyim diyerek oturup bir yerlerde içtiğimiz sigaramızın yasağını anladımda sokaktaki kısmı ne?Çıkmazki şimdi bir barda içilen içkinin tadı sigarasız.Yada tıka basa karnımızı bir restaurantta doyurduktan sonra finali yapmak için yaktığımız sigaramız artık yasakken yenilen yemeğin tadı eskisi kadar güzel olmazki.Yinede çok şükür arkadaşlar kabul günlerimizin adı geçmiyor yasaklı yerler arasında....
***** ***** ***** *****
19 Mayıs itibariyle yasak başladı.Ben şahit olmasamda yakınlarımdan uyarı alanları duydum.Hala kapalı ortamlarda içebilenlerdenim.Yaptığım yanlış bunu biliyorum.Hatta söylenmeyede hakkım yok.Nasıl ki ben içmeyenlerin hakkını zamanında gasp ettiysem ve onlar anlayış gösterdiyse şimdi aynı anlayışa sahip olmam gerekir.Tamam buraya kadar herşey doğru güzel.Peki sadece bumu gaspedilen hakları ülkemdeki vatandaşın.
Yavaş yavaş oturtturulması gereken bir sistemi tepeden inme oturtmaya çalışmak tepeden inme bir yerlere oturanlar için çokta yadırganacak bir hal değil.Burda bana düşen herzamanki gibi susup uygulamak.Önüne geleni yiyen tavuk misali.Hiç bir sözümüz gıdaklamakdan ileriye gidemedi ki zaten..... Eeee teşbihte hata olmaz derler!

24 Mayıs 2008 Cumartesi

Kahvedir Keyif Veren Hüzündür Hapsedilen




Kahve tirkaleri iyi bilir.Kayveye tadını veren özü dibine çöker içerken.En güzel kısmıdır bence telvesi.Hatta her içişimde şöyle bir dilimin ucuyla alırım içim zevkine son noktayı koymak istercesine.Fazlada bitirmemek gerekir yoksa kapanan fal çıkmaz bilirim.Kahve telvesi gibi içime çöken bir hüznüm var.Hani dedim ya işin özü odur aslında tad veren kısmı,ama fena çöktü mendebur nedensiz yere bu kez.Ters çevirdim kapadımbende fincanı.Biraz dağalsın başka kısımlara,hem severim çıkan şekilleri incelemeyi hemde nefesimi daraltıyo bu dibe oturmuş hal nefesim daralıyor kurtulmak istedim.İçmemişim kahvemi meğersem sonuna kadar.Zamansız kapatıp bir ters çeviriş olmuş.Üzerime döküldü telveyi sulandıran yudumlamayı unuttduğum hali.Çok severdim oysaki beyaz elbisemi.Zaten bişeyleri hiç bilemedim bunun cezası belkide bu.Ya adam gibi içmeyi öğrenmeliydim kahveyi yada öğrenemediysem ters çevirip telveyle uğraşmak neyime birde üstüne üstlük kapadım fincanı.Hadi bunları geçtim neyime benim beyaz elbisemle kahve içmek heee neyime.Hem tiryaki oldum diyorum seviyorum ben kahve içmeyi diyorum hem de adam gibi içmeden kahveyi piç ediyorum.Çokta suçum yok belkide, korkuttular yıllarca içme kara kız olursun diye.E büyüdük aklımız ermeye başladı hatta içmeye başladık ama işlemiş beyne bir kere kulakta çınlamadan olmuyor.Kolay değil tabularını aşması insanın.Ne alaka demeyin şimdi bana kahvenin tabusumu olur.Olurrr olurr.Kahve keyfindeki teşbihe benden sürrealist bir yaklaşımla oda olur.....





21 Mayıs 2008 Çarşamba

Koşmam Lazım Hayata


Ey dünya sana geldim birgün tanrının emriyle.Büyük sancılarla kıvrandırdım cennetin ayaklarının altına serildiği kadını.Doğanın kanunuydu çokta suçum yoktu nitekim yüzümü gördüğünde gülümseyişiyle unutmuş gibiydi her anını acısının.Duyduğum ilk seslerin ardından ilk nefesimi aldım yaşamdan.İlk nefes ve ilk can acısı.O da doğanın kanunuydu ciğerim havayla doldu.Sonra ben ağladım karnım doydu.Ben ağladım istediğim oldu.Emekledim dizlerim acıdı çözümü yürükmekte buldum.Yavaş geldi yürümek koşmaya çalıştım.Erken çabaydı.Koştukça düştüm.Düştükçe canım acıdı.Dizlerim acısı bu kez kabuklu yaralardandı.Arnavut kaldırımlı mahallemin bayırından aşağı beyaz parmak arası tokyalarımla koşmamam için nede çok tembihlenmiştim oysa.Çıkarıp attım ayağımdan onları madem düşmemin sebebisin yalınayak geliyorum hayat bekle beni diyerek.Ne paslı çiviler engeldi nede yerdeki cam kırıkları.Durduğumda vardığım yer ilkokulumdu.Çalan her zilin ardından ellerim siyah önlümün cebinde yürüyerek bahçeye her çıkışımda,koşanları gördüm hatta çekilsene ayağımın altından dercesine omuz atanları.Koşmayın!Koşunca düşülüyor,düşünce dizler kanıyor!
Biliyorum,hemde iyi biliyorum!Dinlemedim çünkü bana koşma diyenleri bakın hala kanaması durmadı dizlerimin.
*** *** ****
Ey çocukluğum!Orta yaşa yaklaştığım şu yıllarımda geride bıraktığım deli dolu gençliğim sende herkez gibi gidiş dönüş bileti aldın geldiğin yerden.Tüm koşmalarının nedeni bilmediğin dönüş vaktinin her an kalkış düdüğünün çalabileceği korkusu belkide.Dönmeden geldiğin yere olgun yıllarımın yapacakları ne kadarda çok çocukluğumun ve gençliğimin yaptıklarından.
Koşmama engel olma hayat.Bak büyüdüm de olgunlaştım bile ben artık.Düşmek senden de olsa ben silkeliyip dizime bulaşan tozu toprağı devam etmeyi öğrendim.Zaten eskisi kadar hızlı koşamadığım için kanamıyorda artık dizlerim.Kanasada umrumda olmazdı zaten.Ben artık ne ilk nefesiyle ciğeri yandığı için çığlık çığlığa bağıran,dizleri emeklerken yere sürtünmekten kızaran bebek,ne beyaz tokyasıyla koşarken ayağı takılıp düşen çocuk,nede düşmemek için koşmaktan vazgeçip avare yürüyen genç kız değilim artık.Okadar çok şey varki beni bekleyen zamanın yetmemesi korkum.Yetişmek için çabam.Yakalamak boş gönderdiğim,geçmiş 10 sefer sayılı treni orta yaş peronunda;yolda alınmayı bekleyen hayat öğretileriyle doldurup yaşlılık durağına vardırmak için.Ve koşmam lazım hayat o treni kaçırmadan yakalayabilmek için....

17 Mayıs 2008 Cumartesi

NEVA

Kitap almak için kitapçımda bakınırken Ilgın Olut'un NEVA isimli kitabı ilişti gözüme arka sayfasındaki okuyan eleştirilerinin etkisinde kalarak aldım.Aslında bana hitap etmediğini düşünmeme rağmen bişey bana bu kitabı aldırdı.İyikide almış ve okumuşum.Okumaya başladığımda olayları yaşayanın bir erkek olmasına karşın yansıtılmasının güzelliğinin etkisiyle lise yıllarıma döndüm ve çok özlediğimi farkettim.İlerledikçe itiraf etmeliyim sıkıldım taki Neva'yla tanışana kadar.Neva'yı tanıdıktan sonra Ilgın'dan bahseden sıkıcı diye geçiştirdiğim her sayfa hatta her satır önem kazandı ve finalde tüm şaşkınlığıma rağmen ılgın'ın kişiliğindeki son parça yerine oturdu.Ilgın üzerinden geçen yıllara rağmen Neva'nın kemanından çıkan vicdan melodisini dinleyerek hastalarını tedavi ederken ben sadece okumuş olmak için aldığım bu kitabı bitirdikten sonra hiç aklımdan çıkaramadım.

15 Mayıs 2008 Perşembe

BİRLİKTE AYRILIK

Zaten hayranlık duyduğum ebru sanatına bu klipten sonra bir kez daha hayran oldum.Öylesine büyüleyici ve huzur verici buluyorum ki!Ebruzenin yaptığı çizimlerdeki büyüleyicilik ve huzur hali Müşfik Kenter'in sesli sunumuyla dahada yoğunlaşmış.Sizler ne düşünürsünüz bilemem ama izlemeye değicek bir klip hem Ebru sanatından hemde Müşfik Kenter'in huzur verici ses tonuyla anlattığı hikayeden dolayı.
Bu arada birde dip not düşeyim;yakında burada yaptığım Ebru'ları fotograflayıp sizlerle paylaşıcağım.

VAKİT VARKEN

Bunu kaç kişi yapar yada yapmaya cesaret eder bilemiyorum ama geçen gün önümden geçen bir cenaze arabasının içinde gördüğüm tabutun ardından kendi cenaze törenimi hayal etmek düştü aklıma.Önce uykuya dalmak gibi bişeydir heralde diye düşündüm.Ardından ruhum tıpkı filmlerde gördüğüm gibi bedenimden ayrıldı sonra ölece yerde yatan bana baktı.Fazlasını bilmediğim için ölüm sahnesinin hayali bundan öteye gidemedi.Sonra birden kendimi inanılmaz bir şekilde bu hayalin içinde buldum.Birden göğsüm sıkışmaya başladı.Etraf kalabalıktı,yerde yatan biri vardı ve herkez ağlıyordu.Sonra annemi gördüm yerde yatan kim dedim beni duymadan ağlamasına devam etti.Ne babam,ne kardeşlerim,ne eşim nede beni tanıyan diğerleri sorularıma sanki beni duymuyormuşcasına cevap vermiyorlardı.Birden bende onları umursamaz bir hal aldım çünkü müthiş bir hafifleme gelmişti üzerime. sanki yıllardır bir yükü taşıyormuşumda artık sırtımdan atmışım gibi.Aradaki zamanı hatırlamıyorum neydi nasıl geçti ama birden karanlık bir yerde buldum kendimi.ayağa kalkmak istedim yapamadım,çıkmak istedim çıkamadım yavaş yavaş nefeste alamaz hale geliyordum artık.Sonra sanırım ben öldüm dedim kendi kendime kurduğum bu hayalde.İşte asıl ozaman başladı herşey...
Ben orda öylece yatıyordum.Ölmüştüm!Evet belki ürkütücü ama engel olamamıştım bu hayale.Sonra o karanlık yerde şöyle bir geriye bakma fırsatım oldu.Geçmiş yaşamımda nekadar gergin olduğum anlar vardı.Keşke farklı olsaydı dedim sonra burda olmasaydım asla onlara bu derece üzülmezdim nekadar da boş gerginliklermiş hepsi dedim.Bu düşünce ferahlığının içinde nasıl bir insan olmak istediğim ve hayatta yapmak istediklerimi teker teker geçirdim gözümün önünden.Önceliklerde yanlış sıralama yaptığımı gördüm.Önemsiz konulara nede çok zaman ayırmışım dedim,yapacağım bunca şey varken.Oysa ölmeden önce hep ertelemiştim bişeyleri.Bir çok keşkeler çıktı sonra önüme bir çoğunu hayattayken hiçte önemsememiştim.En kötüsüde neydi biliyormusunuz arkamdan gözyaşı döken o sevdiklerimin haller.Daha fazla vakit geçirebilir daha fazla mutlu edebilir daha fazla mutlu olabilirdim.Keşke ölmemiş olsaydım dedim ve birden kendime geldim.
Bu ürkütücü hayal nede çok şeyi göstermişti bana kısacık anda.Hala yaşıyorken ölümü düşünmek gerekiyormuş demek ara sıra ve hala vakit varken ertelemeden yaşamak bişeyleri sokmadan kendini gama vede tasaya.....

13 Mayıs 2008 Salı

BÜYÜK İTİRAF

Bölüm1:
Ömer ve Esra evliliklerinin dördüncü yılını doldurmuşlardı.Aslında başlarda da muhteşem olmayan ama en azından o dönemlerde içinde büyük tutkular barındırmasada paylaşıma dayanan bir ilişkileri vardı.Fakat bu hal son bir yılda tamamıyla sona ermiş aralarında adeta bir uçurum açılmıştı.Esra Ömer'i büyük bir tutkuyla seviyordu fakat son dönemde yaşadıkları onu bir hayli yıpratmış kendiyle ve Ömer'le çatışmalara sürüklemişti.Kendinle konuşur,sorular sorar ve cevap arar bir hale gelmişti.Ömer'leyse konuşmayı başaramıyordu.Ömer'e her ulaşma çabası Ömer'in aralarına adeta soğuk bir duvar gibi koyduğu mesafeyle sonuçsuz kalıyor bu durum Esra'yı daha da çılgına çeviriyordu.İlişkisini yeniden eski haline getirmek için çok çabalıyordu ama tüm çabalarının tek taraflı olması onun artık yavaş yavaş yorulmasına sebep olmuştu.Esra bir bankacıydı.İşinde oldukça başarılıydı.Gerek sosyal hayattaki aktifliği gerekse çalışma hırsı onu kısa zamanda iyi bir mevkiye getirmişti.Hayata dair ulaşmak istediği herşeye ulaşmıştı vede bundan sonrasındada istediği herşeye ulaşabileceğini biliyordu.Çünkü elde etmenin yolunun istemek ve çabalamaktan geçtiğini keşfetmişti.Ama bu ilişkisi için geçerli olmayan bir keşfedişti onun için.Çok istemesine hatta çok çaba sarfetmesine karşın sonuç değişmiyordu.

Ömer ticaretin içinde büyümüş yıllarca otariter ve dindar olan babasının baskıyla gelen çalışma hayatı sürdürürken beklenmedik şekilde tüm tabuları yıkıp herşeyi ve herkezi geride bırakarak sıfırdan kendi istediği gibi bir hayata başlamıştı.Bunu hayatında en iyi bildiği iş olan ticaretle başardı.Babasıyla çalıştığı dönemlerde oldukça iyi bir iş çevresi edindiğinden içinde olduğu piyasada tutunması çokta zaman almamıştı.

Ömer Esra'ya ayrılmak istediğini defalarca söylemesine rağmen Esra bir çok çözüm yolu arayışıyla bu evliliği toparlamaya çalışıyordu.Ömer Esra'ya bu çabaların boşa olduğunu kararının kesin olduğunu çok kereler anlatmıştı fakat Esra'ya bişeyleri kabul ettirmenin yolunun belkide deneyip olmadığını görmesi olabileceği düşüncesiyle onun çabalarına uyuyor sonucunda değişen bir şey olmadığını ona bu yolla gösteriyordu.Son dört ay ilişkilerinin kopma noktasının yaşandığı zaman dilimiydi.Esra tam anlamıyla bir cevap bulamamıştı kafasında ama onun için en ikna edici cevap Ömerin hayatında başka bir kadın olduğuydu.O gün evlenme yıldönümleriydi.Tüm yaşananlara rağmen Esra ümidini yitirmemiş yada belkide pes eder bir halle her yıl yemeğe çıktıkları restauranttan yer ayırttırmıştı.Onun için bu gece belki bir final belki bu ilişki adına yeni bir başlangıç olucaktı.

Esra üzerine siyah saten elbisesini giydi.Sırtının bir kısmını açıkta bırakan boyundan kalın şeritlerle bağlı bir siyah elbise.Dizaltında biten boyu esranın bacaklarının bir kısmını gizlesede görünen kısmı onun o düzgün bacaklarındaki çekiciliği sergilemek için yeterliydi.Saçlarını sade bir topuzla toplamış yine sade olan makyajıyla topuzunu bütünlemişti.

Ömer'de giyimine dikkat eden oldukça şık ve zevkli giyinen bir beydi.O gece onunda üzerinde siyah bir takım elbise,kol düğmeli beyaz bir gömlek vardı.Kırmızı kravatıyla takımını tamamlamıştı.

Bölüm2:
Esra:-Eeee kadehimizi neye kaldırıyoruz?(Esra masada bulunan içi kırmızı şarapla dolu kadehini yavaşça havaya kaldırmış ve imalı bir şekilde bu cümleyi kurmuştur)
Ömer:-Dostça ayrılmamıza olabilir...
Esra elindeki kadehi masaya koyar ve gergin bir ses tonuyla:
-Bana elle tutulacak tekbir açıklama yapmadan mı?
Ömer o esnada yemek yemektedir.Elindeki çatal ve bıçağı yavaşça tabağının kenarına bırakır ağzının kenarlarını peçetesiyle nazikçe siler ardından kendinden emin sakin bir tonla:
-Sana yürütemediğimi defalarca söyledim.Daha ne söylememi bekliyorsun ki?
Esra hırçın bir ses tonuyla:
Artık herşeyi anlatmanın zamanı gelmedimi?der ve kadehteki şarabı bir seferde içer.Ardından ömerin uzanmasına fırsat vermeden şarap şişesine uzanır ve kadehini yeniden doldurur.
Ömer:-Esra artık kabul edelim,sen ve ben yapamıyoruz.Bunu artık sonlandırmalıyız.
Esra arkasına yaslanır sinirli bir gülümsemeyle:
-Bu kadar kolay değilmi ömer bey?Herşey bu kadar kolay!
Ömer:hayır değil tabiiki esra ama inan artık benim için yürütmeside kolay değil.
Esra önündeki tabakta bulunan etten hırçınca kestiği bir parçayı ağzına atmasının ardından şarabından bir yudum alır sanki yemekten hırsını çıkarır gibidir şarap ise onun için en iyi sakinleştiricidir adeta.
Esra:Sorun biz değiliz Ömer sorun sensin.
Ömer ellerini çenesinin altında birbirine kenetlemiş dirsekten masaya yaslamış bir halde:
-Ben hiç aksini iddia etmedim ki.der
Esra Ömerin sakin uslubu karşısında gitgide dahada öfkeleniyordur Ömer'in bu cümlesinin ardından elindeki çatal ve bıçağı hızla masaya bırakır.Bu esnada çatal ve bıçağın tabağa çarpmasının etkisiyle tabaktan yüksek bir ses çıkar ardındanda yüksek sesle:
-Peki bana o adi kadının adını bağışlamıyacakmısın?
Ömer:Esra biraz sakin olurmusun!
Esra:Sana adı ne dedim o fahişenin?
Ömer:Esra yeter artık susarmısın bu kelimeyi bir daha tekrar etme.
Esra alaycı bir gülümsemeyle:
-Peki özür dilerim doğru ya bu denli senin gözünü döndüren kişiye prenses demeliydim afedersin.
Ömer:Lütfen keselim artık şunu.
Esra:Ömer anlıyamıyorum bunu düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum bende bulamayıp onda bulduğun ne?Etrafındaki herkez senin benim gibi bir kadına sahip olmana imrenerek bakarken o kadında bulup bende bulamadığın şey ne?
Esra artık kendini tutamaz hale gelir yaşlar gözünden kendiliğinden süzülüyordur.Etrafta bulunan insanlara belli etmek istemezcesine aceleyle gözyaşlarını siler.
Ömer:Esra artık istersen kalkalım.Sen iyi değilsin bu konuşmaya evde devam edelim ne dersin?
Esra:Ben hiç bir yere gitmiyorum.Burası bizim her yıl evlilik yıldönümümüzü kutladığımız yer ve ben bu gece buraya çok ümitli gelmiştim.
Ömer:Her zamanki gibi ısrarcısın.Bunu yapmaktan hiçbir zaman hoşlanmadım biliosun.
Esra:Bu ilişkiyi yürütmek için çok çabaladım peki sen ne yaptın?(Esra'nın ağlama hali iyice yoğunlaşır.Kadehinden kuvvetli bir yudum alır.)
Ömer:Ağlamayı kesermisin hem o şarabı içmeyide bırak artık lütfen.Herkez bize bakıyor hadi artık kalkalım.
Esra:Hayır efendim hiçbir yere gitmiyoruz.
Ömer:Yeter artık sinirlendirmeye başlıyorsun.
Esra:Eski sevgilin değilmi?Evet evet öyle olmalı.Ne zamandır yeniden görüşüyorsunuz onunla?Zaten sen hiçbir zaman beni gerçek anlamda sevemedin.Hep birilerin gölgesi vardı ama ben bunu yıllarca kabullenmek istemedim,sanırım artık yüzleşmenin zamanı geldi.
Ömer:Esra bak sen çok iyi birisin.Seninde söylediğin gibi bir çok erkeğin düşleyeceği kadar da güzelsin.Ama olmuyor.Ben artık bu evliliği daha fazla yürütmek istemiyorum.
Esra:Neye yarar ki iyiymişim,güzelmişim hıhhhh!Tüm bunları hiçe sayıp beni adi bir kadına tercih eden bir eşim var.
Ömer sinirli bir ses tonuyla.
-Yeter artık ağzına hiç yakışmayan bu uslubtan vazgeç.Hayatımda bir kadın falan yok anlıyormusun?
Esra:Hala yalan söylemekten vazgeçmiyeceksin değilmi Ömer?Son bir yıldır bana doğru düzgün elini bile sürmedin.Sürekli iş gezilerini bahane edip yurt dışına çıkıyorsun.Geçen gün Milano'daki harcamaların ekstrelerini buldum.O rakamlar tek bir kişinin harcaması olamaz seni iyi tanırım.Bu gece burda herşeyi itiraf ediceksin.
Ömer sıkıntılı bir halde kravatını yavaşça gevşetir:
-Peki Esra sen kazandın.Madem bu kadar duymak istiyorsun o halde dinle.Evet haklısın hayatımda biri var.Sadece Milano'da değil senin olmadığın hatta olduğun bir çok anda yanımda olan biri.
Esra:Benim bulunduğum anlardadamı?demek bukadar adileşebildin ömer.demek en yakın arkadaşımla beni aldatacak kadar adileşebildin.
Esra derin bir nefes alır ve:
-ya ben ne kadar aptalım birde geçen gün Filiz'i evine bırakman için sana okadar ısrar ettim.Bir dakika geçen yıl Filiz günlerce bizde kalmıştı ve banka teftişte olduğu için geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalmıştım ve siz evde sürekli yanlız kalmıştınız.Yoksa ozaman mı başladı?Lanet olsun ya nasıl bu kadar adileşebildiniz.
Ömer:Yeter artık filiz lafı etmekten vazgeç.Onun boş yere suçluyorsun.
Esra:Nasıl boşyere ya.Nasıl boş yere!Arkadaşım diyorum,dostum diyorum evimi açıyorum bumu karşılığı?
Ömer:Esra yeter artık Filiz lafı etmekten vazgeç.Bu şekilde davranarak benim için zor olan bir durumu dahada zorlaştırıyorsun.Geçen cumartesiyi hatırlıyormusun.Sen,ben,Hakan ve mustafa yemekteydik.Sohbet oldukça güzeldi ve sen oldukça neşeliydin,hatırlıyormusun o günü?
Esra:Nasıl unutabilirim ki!Hakan'ın garson kız için söylediği bir cümleyi anlamsız bir şekilde hadiseye çevirmiştin.Üstelik ardından anlattığı olaya Mustafa ve ben kahkalarla gülerken yine anlamsız bir şekilde davranarak masayı terk etmiştin.Oysaki beni kıskanmanı gerektirecek bir hal yoktu.Bu tepkini hiç çözememiştim.
Ömer derin bir nefes alır konuşmak için kendini zorlar bir halde cümleye girer:
-Esra o gün Hakan'ın anısında anlattığı kişi bendim ve kıskandığımda sen değil Hakan'dı.Yıllardır içimde yaşadığım bu gerçeği artık kabullenmeye ve yaşamımı bu doğrultuda yaşamaya karar verdim.Çok üzgünüm.Evet seninde söylediğin hatta emin olduğun gibi hayatımda olan biri var o kişide ne eski bir sevgili nede filiz nede başka herhangi bir kadın.Hayatımdaki kişi HAKAN....
Esra ve Ömer gözgöze gelirler.O an sözün bittiği andır.Esra boğazında oluşan düğümü yutkunarak geçirmeye çalışır.Duydukları asla duymayı beklemediği şeylerdir.Ne kadar yutkunursa yutkunsun boğazındaki düğüm geçmez.Düşünceli,kendi kendine soru sorar ve cevap arar bir halle parmağındaki alyansı çıkartır yavaşça masaya bırakır,ayağa kalkar ve ordan uzaklaşır.

(Yaratıcı yazarlık kursunda bu haftaki yazımdı bu.Aslında kurs için yazdığım yazı dialogları ve konusu aynı olan bir tiyatro metniydi.Ben burda bu metni düz yazı haline getirdim.
Sizce Esra bu durumda ne yapmalıydı?Cevabınızı bekliyorum.Yorumlarınız için şimdiden teşekkürler)